“NOT: Bu yazı, Blog Sayfamda yazmaya başlamadan önceki yıllarda, her doğa sporları etkinliğimden sonra kendim için hazırladığım notlardır. Bu notlarımı tükenmez kalemle, yani herhangi bir düzeltme yapmadan, bir çırpıda ve ağırlıklı olarak tek bir sayfada bitiriyordum. Neticede bunlar, ileride sadece benim okuyacağım “KENDİME NOTLAR” başlığı altına toplanabilecek, adeta işlenmemiş HAM yazılardır; ancak bu haliyle dahi ismi geçenler için anıları tazeleme tadı verebilmektedir.“
02.07.1995
BOLKAR DAĞI, MEDETSİZ ZİRVESİ
Sümerspor-Demirspor Dağcılık Kulübünün Nisan bülteninde yer alan Bolkar Dağı programına katılmayı düşünerek, geçen sene Afyon, Zafer yürüyüşü sırasında tanıştığımız Koray Büyükburç‘u telefonla aradım. Eşim ve küçük oğlumla katılmamın mümkün olup olmadığını sordum. Memnuniyetle dedi ve gezi öncesi yapılacak toplantıya çağırdı.
26 Haziran pazartesi 18:30’da Koray’ın Alsancak Dalyan işhanı 309 nolu odadaki muhasebe bürosunda toplandık. Çok sıcak bir gün, terden sırılsıklam vaziyetteyiz. Koray’ın vantilatörü para etmiyor. Ancak heyecan içindeyiz. Gezi ile ilgili hazırlıkları konuşuyoruz. Katılanlar 4 bayan 6 erkek. Erkeklerden Koray, Yılmaz ve Recep yönetici. Diğerleri İsmail, Rahmi ve Kerem. Bayanlar Saniye, Fenay ve iki kız kardeş M. ve Güneş. Cuma akşamı 21:30’da HAS turizim ile Ulukışla’ya gideceğiz. Cumartesi sabahı minibüsle Darboğaz’a geçeceğiz ve sonra yürüyerek kamp yerine varacağız. Malzemeleri konuştuk. Çadır, uyku tulumu, ocak v.b. Otobüs parası toplandı. Biz de İsmail’e borçlandık. 500 × 3 = 1.5 Milyon TL. Sonradan 100 bin geri alacağız kişi başına, zira 400 bin TL.
Cuma akşamı Bornova Migros karşısından Koray’ı alıp Bornova garajına gittik. Arabayı oraya park ettim. Otobüs gelmeden iki kız kardeş anneleri ile geldiler. Anne hafif endişeli ama Koray’a güveniyor. Güneş’in sırtındaki dağ çantası benimki ile aynı. Dün 1.5 milyon TL’ye almıştım pembesini; onunki mavi. Otobüs geliyor, yola koyuluyoruz. Çok güzel bir otobüs. Mercedes 304. Klimalı, sessiz, rahat TV’li. Bizler ön sıralardayız. İkramlar güzel. HAS turizim Hatay’a gidiyor. Bu hattın en iyi firmasıymiş.
Rahat bir yolculuktan sonra Ulukışla’ya varıyoruz. Sabah saat 8 civarı. Güneşli bir sabah. Bir kahvede minibüsü bekledik. Biz de çorba tenceresi satın aldık. Darboğaz belediyesinin midibüsüne doluştuk.Darboğaz kasabasına giderken solda duvar gibi yükselen Bolkar Dağlarının görünümü çok görkemliydi. Daha şimdiden zirve heyecanı duymaya başlamıştım.
Darboğaz şirin bir köy. Eski Belediye başkanı Koray ile konuşarak midibüsün bizleri Meydan mevkiine kadar taşımasını sağladılar. Meydan denilen yerin başında bir otel İnşaatı var. Geniş bir düzlük; yemyeşil. Bir taş tek katlı bina ve çadırlar var. Küçük bir kaleli futbol sahasında birileri futbol oynuyor. Meydanı geçip düzlüğün bitiminde taşıttan inerek çantaları sırtladık.
Can yaklaşık 16 kg taşıyor. Benim de tahminen 12 kg yüküm var. Ayşen 5 kg taşıyor. Hatıra fotoğrafı çekinip tırmanışa başladık.Güneşli temiz bir sabah. Karagöl’e gitmek için karşıdaki vadicikten geçip sağımızdaki tepeciği aştık ve göle ulaştık. Manzara çok güzel. Gölün çevresi çiçekler içinde. Arkasında dimdik tepe. Yer yer karlı bölgeler. İlerde birileri piknik yapıyor gibi.
Çadırları kurduk. Çorba yaptık. Konserve açtık. Onlar grup halinde yemek hazırladılar ve yediler. Bizleri de ısrarla çağırdılar ama bir araya gelemedik.
Yemekten sonra Çinili Göl’e gitmek üzere gölün öbür tarafına geçtik ve karşımızdaki kayalığa tırmandık. Karagöl 2515 mt idi, burası da yaklaşık 2615 mt. Derin olduğu belli. Çobanlar burada çok balık var diyorlardı. Çok hafif yağmur başladı. Karşı kıyıdan yükselip yukarıdan fotoğrafını çektim.
Dönüşte Karagöl’ün diğer tarafını döndük. Gerçekten çok şirin bir göl. Sarı ve mavi çiçeklerle kaplı çevresi. Hele maviler, boncuk mavisi ve çok güzeller. Pınar başında fotoğraf çekildik.
Kampta ertesi gün için hazırlık yaptık. Grup komşu çobanlara ziyaret yaptı. Can da onlarla gitti. Köpekleri geçenlere hemen havlıyor. Güneş batarken döndüler.
Biz gene çorba yaptık konserve açtık. Onlar gene yumurtalı menemen türü bir şeyler yediler. Yemekten sonra da sohbete koydular. Çok uyumlu bir grup. Neşeli ve birbirlerine saygılılar. Bizlere de çok iyi davranıyorlar. İkram ve ilgide kusur etmediler. Ancak ertesi gün zorlu geçeceği için biz erkenden ayrıldık.
Can tek başına bizim çadırda yatacak, biz de Ayşen’le Temel’in bize verdiği çadırda. Çadırın tabanına naylon serdik. Hem kirlenmesin hem yalıtım olsun diye. Çadır içinde 2-3 mm’lik mavi matlarımızı serdik. Üstünde de uyku tulumları. Ancak yeterli olmadı. Bir süre sonra üşüdüm. Döndüm durdum. Bizimkilerin sohbetleri sürüyor. Onları dinleyip uyuyayım dedim ama ne mümkün.
Bir ara dalmışım. Sonra uyandım. Yastığım yok rahatsız yatıyorum. Çadır dar geldi. Dönmek zor. Çadır için nemli. Dokunduğum yerden su akıyor. Uyku tulumumun dışı bile nemli. Midem çok rahatsız. İşemek ihtiyacı duyuyorum. Çadırın dışı soğuk ve çok karanlık. Tepede yıldızlar inanılmaz çoklukta. Diğer çadırlardan küçük horultular yükseliyor. Ürpererek çadıra dönüyorum.
Dön Allah dön; uyuyamıyorum. Köpek havlamaları zaman zaman dağlarda yankılanıyor. Uyku yok. Bağırsakların bozuk. Şiddetli gaz var. Gene çıkıyorum dışarı. Can’ı uyandırıyorum. Çişim yok diyor. Kalk yıldızlara bak diyorum. Aldırmıyor. Ama bir daha yıldızları bu kadar çok göremeyecek. Böyle birkaç kez dışarı çıkmak zorunda kaldım. Her nasılsa sabaha karşı uyuyakalmışım.
Saat 4’de çadırlardan çıktık. Hayaletler uykulu. Zar zor hazırlandık. Sıcak çay içtik. Bir iki lokma yedik. Daha doğrusu peynirli tereyağlı birer sandviç.
Ancak 5:30’da yürüyüşe başladık. Ortalık ağardı. Hava açık. Doğuya doğru gidiyoruz. Hedef Koyunaşağı tepesi. Saniye bel çantasını çadırın dışında unuttuğunu söyleyip geri dönüyor. Yavaşlayarak gidiyoruz ve onu bekliyoruz.
3000 mt civarında dağlara vuran uçağın olduğunu sandığım alüminyum bir parçasını buluyorum. Biraz nefeslenip fotoğraf çekiliyoruz. İlerledikçe diklik artıyor. Karlı bölgelere geçmemeye çalışıyoruz ancak bir yerde 10-15 metre kardan gitmek zorunda kalıyoruz. Kar sert. Recep ayakları ile iz yapıyor. En arkada Rahmi ve Güneş. Onların önünde biz ve Yılmaz Fenay. Fenay’ın ayakkabısının altı düz. Sopası yok. Diğerlerinin de yok. Sadece Ayşen ile bende sopa var. Can da kullanmadı. Ancak yukarılar çok dikleşıyor. Yer yer taşlar kayıyor, bazıları yuvarlanıyor.
Tepeye yakın da epeyce dikleşyor. İsmail ve Kerem en önde çoktan ulaştılar tepeye. İsmail yardım için biraz aşağı iniyor sonra birlikte çıkıyoruz. Saniye ve Kerem tehlikeli yerlerde geziniyorlar. Sonunda tepeye varıyoruz. Tabi güneş de artık iyice yükseldi. Saat 9. Demek ki 3,5 saatte tırmanmışız. Biraz dinleniyoruz.
Doğuda Medetsiz zirvesine bakıyoruz. Sipsivri duruyor. Epeyce de uzakta. Kaburgadan, sırtlardan oraya ulaşmayı planlıyoruz. Sağda Keşif tepesi de epeyce görkemli. Burası Koyunaşağı ve Keşif tepesi 3400 küsür metre. Güneş etkili. Çok sayıda faktörlü kremler çıkarılıyor ve yüzlere kollara sürülüyor. Ayşen ısrar edince bana da krem sürüyor.
Biraz soluklanıp kremlendikten sonra Medetsiz’e doğru yürüyüş başlıyor. Tam sırttan ilerliyoruz. Sağımız solumuz uçurum. Uzaklarda bulutlanmalar başlıyor. Sis arkamızdan geldiğimiz yerleri kaplamaya başlıyor.
Yılmaz zirveye gitmeyelim diye sızlanıyor derken Ayşen gitmeyeceğim diye tutturuyor. Tehlikeli buluyor parkuru. Hele ilerilere baktıkça daha da korkulu buluyor yolu. Epeyce uzun süre ikna etmeye çalışıyoruz. Zorla yürütüyoruz. Çantasını alıyorum.
Yürü yürü bitmiyor yol. Keşif tepesini geçtikten sonra bile Medetsiz’e epeyce yol var. Hava kapatıyor. Yılmaz’ın mızırdanmaları sürüyor. Kerem de çıkmayalım diyor. Korkuyorlar mı, üşeniyorlar mı, tam anlayamıyorum.
Israrla devam ediyoruz. Yaklaştık derken uzaklaşıyor Medetsiz. Hava daha da kapıyor. Sonunda zar zor Medetsiz zirvesinin altına geliyoruz. Can Ayşe’nin çantasını taşıyor. En önde kararlı bir şekilde tempolu yürüyor. Zirve dibinde çantanı bırak diye sesleniyorum. Bırakıyor ve hızla yukarı tırmanıyor kestirmeden.
Birden önce hafif yağmur arkasından dolu başlıyor. Can yağmurluksuz tırmanıyor, çantasına dönmüyor. Grup patikadan dolanarak yükselirken Can’ın yağmurluğunu alıp ben de peşinden kestirmeden zirveye yöneliyorum. Önümde İsmail sırt çantasını bırakmamış tırmanıyor. Çok uğraştığım halde onu yakalayıp geçemiyorum. Can zirveden geri dönüp yağmurluğunu alıyor ve tekrar çıkıyor bizimle.
Dolu hızla devam ediyor. Sırılsıklam ve perişan durumdayız. Tepede zirve kutusundan defteri çıkarıyoruz. İsmail dolu yağdığını yazmaya çalışıyor. Saati yaz diyorum. Can ile üzerine kapanıyoruz defterin ama doluya engel olamıyoruz. Islatıyoruz defteri ve kalemi. Zar zor ben de yazıp adımı imza ediyorum. Can ise yazmıyor. Recep de oralarda.
Birazdan grup geliyor. Ayşen en arkada. Can’ı yolluyorum annesine yardım etmesi için. Çünkü zirvenin dibinde çok tehlikeli bir uçurum var ve hava kapalı, görüş yetersiz. Bu ara nasılsa yağan dolu ara veriyor yağmaya. Koray yazıp imzalıyor ve sonra Saniye Ayşen ben İsmail ve diğerleri. Ayşen “ilk ve son defa” diye yazıyor. İsmail’den ailecek fotoğrafımızı çekmesini istiyorum. Sonra tüm grubu otomatik çekiyorum. Bu ara Yılmaz ve Fenay’ım gelmediğini görüyoruz. Yoldan dönmüşler geriye.
Yağmur tekrar başlıyor ve dönüşe geçiyoruz. Önce hızlı başlıyoruz inişe ancak yağmur zorluyor ve çarşak tepeden zar zor iniyoruz. Yağmura rüzgâr da eklenince tadından yenmiyor!
Tepelerde şimşekler çakıyor. Uzakları Darboğaz yörelerini bembeyaz görüyorum. Kar mu dolu mu anlayamıyorum ama etraf bembeyaz. Büyük aralıklarla olabildiğince hızlı yürüyoruz. En arkada Koray. Önünde Rahmi ve kız kardeşler Ayşen Can ve ben. Kız kardeşler hiç konuşmazken zorlu bir noktada ilk defa şikayet ediyor Güneş: Gemisini kurtaran kaptan!
Bu grup birbirimizden kopmadan ilerliyoruz. Çok zor yürüyorum. En önde gidiyorum. Parkur belirsiz. Koray’a sesleniyorum doğru mu gidiyorum diye. Koray devam diyor. Diyor ama epeyce aşağıya kaymışız. Bu defa dimdik yukarı çıkmamız gerekiyor.
Artık adım atacak halim yok. Yağmur yağıyor. Sırılsıklam ıslarız. Ama hiç gücüm kalmadı. Bakıyorum Ayşen ve Can da çok yorgun. Biraz duracağım diyorum. Bir gofreti Can ile bölüşüyoruz. Rahmi de şeker veriyor. Yağmur altında fazla kalamıyoruz ve devam ediyoruz.
Yukarıya yöneliyoruz. Zira tepelerde bizimkileri görüyoruz. Yağmur hiç durmuyor. Rüzgâr da ona eşlik edince havanın tadına doyum olmuyor! Ayşen söyleniyor: Bir daha buraya katiyen gelmeyeceğim, hatta dağcılık yapmayacağım diyor. Havanın kararması onu paniklendiriyor. Oysa saatiniz henüz 15:00. 12 civarında zirvedeydik. Can’ın saati 3510 metre gösterdiydi. Halen 3300 metre civarındayız.
Derken inleye sızlaya tepeden aşağıları, tam kamp yerini görüyoruz. Gölü görmek moral oluyor Ayşen’e. Şimdi bu dik çarşakdan aşağı ineceğiz 1000 mt. Aşağıdakiler epeyce uzaktalar. Biz de hızla inişe geçiyoruz.
Çok kaygan çarşak, ancak tehlikeli değil. Zira yumuşak. Ancak bir süre sonra dizler sızlamaya başlıyor. Can karlı bölgelerde ayakta kayıyor, Ayşen de oturarak kayıyor yer yer. Bazı yerlerde fazla dik olduğundan cesaret edemiyor. Ancak şikayet etmiyoruz. Zira yağmur dindi, rüzgâr dağın bu yanında yok. Sadece sabırla inmek gerek. Dizler iyice ağrıyor. Israrla inişi sürdürüyoruz. Aşağılarda güneş açıyor. İyice aşağılarda güneş etkili olmaya başlıyor. Şapka gözlük takıyoruz.
Son bir gayretle düzlüğe iniyoruz. En arkada Koray, onun önünde biz. Can ön grubu çoktan yakaladı. Ayşen bir iki lokma yemek istiyor. Ekmek peynirden oluşan sandviçimi bitiremiyorum yorgunluktan ve yarısını atıyorum. İnleyerek son adımları atıp kampa ulaşıyoruz.
Geçmiş olsun diyorum Koray’a. Saat 16:30 civarı. Demek ki 11 saattir yol almaktaymışız. Kamp yerinde 3 adet çadır var. Koray ile tanışıklar. Epeyce sohbet ediyorlar. Ben kendimi çadıra attım. Onları dinlerken uyumuşum. Can da onlara katıldı. Can hemen gitmek istiyor ama ne bende ne diğerlerinde öyle bir istek yok. Çünkü herkes yorgun gözüküyor.Ayşen de bir süre uyudu.
Kalktığımızda hava aydınlıktı ve sohbet sürüyordu. Çöpleri yakıp ısınmaya çalıştık. Ateş başında bir miktar sohbet ettik. Ateş ise sembolik. Isıttığı falan yok. Sadece tütüyor. Zira yanıcı yeterli malzeme yok. Çay oralet içiyoruz.
Diğer çadırlarla gelenler ertesi sabah erkenden kalkıp zirve yapacaklarmış. Ancak Can onların içki ve sigara içtiklerini söylüyor. Bu vaziyette nasıl zirve yapacaklar diyor.
Bir şeyler yiyip yatma durumuna geçiyoruz. Zira güneş batınca hava hemen soğuyor. Can’ı da bizim çadıra alıyoruz. İyice giyinip yatıyoruz. Ayşen sandviç gibi ortamızda. Sonradan gelen grup büyük çadırda şamata yapıyorlar. Yüksek sesle koro halinde şarkılar söylüyorlar. Gecenin karanlığında ve soğuğunda bu uyumsuz koro doğanın vahşiliğini epeyce yumuşatıyor.
Gün doğarken uyandım. Etraf ışıyor, ama ses yok. Herkes uyuyor. Kıpırdamıyorum. Hiç üşümemişim. Hiç de uyanmadım. Şamatacı grubu dinlerken uyuya kalmışım. Boğazım yanmıyor; hiçbir yerim ağrımıyor. Birazdan sesler artıyor ve kalkıyoruz.
Saat 7’de yola çıkacağız. Toparlanıyoruz. Çadırları topluyoruz. Ben Temel’in çadırını topluyorum, Can da bizimkini. Hiçbir şey yemeden ve içmeden yola koyulmak zorundayız. Zira 12’de Ulukışla’da olmak zorundayız. Yoksa akşama kalırız ki bu da gece yolculuğu demektir.
Grup bizden önce toparlanıyor. Bu ara şamatacı komşularımız anca kalkıyorlar. Bizimkiler (İsmail) laf atıyor: Hani erkenden gidecektiniz zirveye? diye soruyor. Cevap ilginç: Bizden ne köy olur ne kasaba?
Grup önden ilerliyor biz de Ayşen’le arkadan yetişmeye çalışıyoruz. İsmail bizi bekliyor. Can gene çok yüklü ama hızla ilerleyip gene en öne geçiyor. Yükümüz fazla.
Meydana inince fotoğraf çekiniyoruz. Güneşli güzel bir sabah. Her taraf çiçek dolu. Rengarenk. Hele kuş sesleri. Ayşen’i durduruyor ve bir süre dinliyoruz. Çeşit çeşit kuş sesi. Geride dağlar görkemli ve ne kadar masum duruyorlar.
Meydanı geçip grubu otel inşaatında yakalıyoruz. Ve buradan Darboğaz’a doğru iniş başlıyor. Son pozu bu noktada çekiyorum. Makine nemli! Çadır içinde, çanta içinde, kılıfı içinde nemli! Sonucu merak ediyorum.
Darboğaz epeyce aşağıda. 2500 mt’den 1500 mt’ye ineceğiz. İniş patikası çok güzel. Yanımızda su akıyor. Pırıl pırıl tertemiz ve neşeli. Yer yer küçük çağlayanlar yapıyor.
İlk ağaçları 1900 mt civarında görüyoruz, seyrek seyrek. İki gündür ağaç görmemiştim diyorum. Grup hızla ilerliyor. Biz en arkadayız. Çanta Can’ın sırtını biraz acıttı. Düzelttik ama pekiyi olmadı. Ancak fazla dert etmiyor. Devam ediyoruz. Saniye geride kalmış. Ayağında problem var. Yükü de ağır. Geride kalıyor. Biz de onu geçiyoruz.
Artık bahçeler başladı iki yanda. Kiraz bahçeleri. İri iri kırmızı kirazlar. Can toplayıp yiyor. Biz de yola uzananları yiyoruz. Çok bol. Beyaz kiraz da yiyoruz. Yaklaştıkça köye köylüleri görüyoruz. Küçük sohbetler yapıyoruz. Kaybolan dağcıyı aradığımızı sanıyorlar çoklukla.
Sonunda köye giriyoruz. Koray önden gidip minibüs ayarlayacak. Bir su başında dinleniyoruz. Saniye geride kaldı. Can ve Recep onu almaya gidiyorlar. Tepeler hızla bulutlandı. Bir süre sonra gözükmez oldular sis ve buluttan. Yağmur buraya da gelecek diye telaşlanıyoruz.
Derken Koray geliyor. Saat 11: 40. 12’de Ulukışla’da olmamız lazım diyor. Onu ilk defa telaşlı görüyorum. Akşam otobüsüne kalmak istemiyor. İlerliyoruz köyde. Otobüs gelip geridekileri almaya gidiyor. Dönüşünde biz de meydanda olduk. Hızla Ulukışla‘ya yöneliyoruz.
Ayşen ile kalan peynir ekmeği yiyoruz. Ayşen gruba bisküvi ikram ediyor. Çoğu yemiyor. Zira yolda yemek yemeyi düşünüyorlar. 12’yi geçe Aslan isimli bir vatandaşın bürosuna geliyoruz. Biz telaşlanırken o sakin. Zira otobüs henüz Pozantı’daymış. 20 dakikamız varmış. Burada çay içtik. Hava tekrar açtı. Güneş içimizi ısıtıyor çay ile.
Birazdan Özkaymak otobüsü geldi. Ayni marka ama işletme farkı var. Haa Yılmaz katılmadı bize o Adana’ya gidecekmiş. Otobüs yolculuğu epeyce sıkıcı oldu. Sık sık duruyor. HAS’ın ikramı burada yok. Suyu bile söylenerek veriyorlar. Afyon kavşağında Pamukkale tesislerinde yemek yedik. 23 civarında Bornova’daydık. Koray’ı evine bırakıp evimize yollandık. “
Bu etkinlikte çektiğim fotoğraflarla hazırladığım albümü, aşağıdaki linkten izleyebilirsiniz.
Not: Aşağıdaki fotoğrafları, herhangi birine tıklayıp, açılan penceredeki veya klavyeniz üzerindeki ok işaretleri yönünde izleyebilirsiniz.