BEL AĞRIMI NASIL TEDAVİ ETTİM? (2007)

 
Sene 2007, Bahar aylarındayız; belimde çok şiddetli ağrılar hissediyorum. Hissediyorum yetmez, ağrıdan canım çıkıyor!  İşte bu ağrılardan nasıl kurtulduğumun hikayesini anlatacağım: 

Villakent’e taşınalı bir yıl olmuştu. Aslında 2006 Mayıs’ında Ankara’dan taşınıp eşyaları Villakent’teki evimize doldurmuştuk ama, yaz aylarını yerleşme ile geçirmeyelim diye Foça Çanak’taki yazlığımıza geçmiştik. Yaz sonu sonbaharda Villakent’e döndüğümüzde, bir yandan evde yerleşmeye uğraşıyorduk, bir yandan da henüz yeni yeşermeye başlayan çimen ve minik fidanlarımızdan ibaret olan bahçemizi geliştirmeye çalışıyorduk. 

Bütün bu uğraşlar yoğun bedensel aktivite gerektiriyordu. Bense bunun nasıl sonuçlar doğuracağını hesaplamadan gücümün sonuna kadar, hatta daha da ötesini(!) kullanıyordum. Öyle ki, bazı sabahlar bel ağrısından yataktan kalkamıyor ve ancak  sağa sola tutunarak doğrulabiliyordum. Bir kere ayağa kalktıktan sonra da, bütün gün çalışıyordum. Ta ki, artık ayakta duramayacak hale gelinceye kadar. Merdivenleri dört elle çıkarak eve girdiğim zamanları hatırlıyorum.
 
Sonunda, yazımın başında ifade ettiğim gibi, 2007 baharına geldiğimizde belim iflas etmişti! Yazlıkta güneşlenir, denizde yüzer ve biraz da dinlenince ağrıdan kurtulacağımı düşünüyordum. Ancak oradaki küçük bahçeyle de biraz uğraşınca, belim iyice isyan etti. Hem de öylesine ki, canıma okudu!
 
Bütün gün bel ağrısından kıvranıyor, ağrıdan geceleri uyuyamıyordum. Hatta uyumak nerede, odanın içinde bir ucundan diğerine yürümekten sabahı edemiyorum.
 
Önce Foça Devlet Hastanesi’ne gittik. Acilde yapılan birtakım incelemeler sonrasında bazı haplar ve belime yapılan iğne ile yazlığa döndük. Ancak ne ağrı kesici haplar ne iğne para etmiyor, ağrı aynen devam ediyordu. İştahım da kalmadı, hiçbir şey yiyemiyorum. İlaçlarımı alabilmek için bir parça peyniri zar zor yutuyorum. 
 
Şimdi öyle bir şey söyleyeceğim ki, ağrının şiddetini gerçekten anlayacaksınız: Bu ağrılar sabaha kadar sürerken “Ölsem de kurtulsam” denilebileceğini anladım! Ben öyle bir şey demedim, ama ağrıdan kurtulmanın ümidini kaybedince insanın böyle şeyler telafuz edebildiğini anlıyorum şimdi.
 
Artık iyice endişeleniyordum, aklıma kanser falan gibi kötü şeyler gelmeye başladı. Bu, standart bir bel ağrısından öte bir şeydi galiba? İşi daha sıkı tutmaya karar verdik. 
İlk önce Aliağa Devlet Hastanesi’nden MR sevki yaptırdık. MR’ı aldıktan sonra Tepecik Devlet Hastanesin’de tetkiklere başlandı. Önce böbreklerim incelendi, taş kum yok. Sonra dahiliye kliniğinde bakıldı. Daha sonra da eski dostumuz ortopedi uzmanı Ahmet Eren’e gittik. Hem de öyle bir gidiş ki, Ayşen beni tekerlekli sedyeyle taşıyordu; Ahmet bizi görünce şaşırdı. Sedye üzerinde yaptığı incelemeler sonunda beni bir beyin ve sinir cerrahi uzmanının görmesi gerektiğini söyledi. İlgili bölümün şefinden randevu aldık. Doktor beni koridorda sedye üstünde muayene etti ve sonra MR’ı inceledi. MR irdelemesi sonucunda bel omurlarımdan bir tanesinde kırılan bir kıkırdak parçasının sinire baskı yaptığını söyledi. Bu da belimdeki şiddetli ağrılara sebep oluyormuş. Kopan bu parçanın ameliyatla alınması gerekiyormuş.
 
Ameliyat lafından hiç hoşlanmadım ama bir yandan da ağrının sebebini bulduğumuz için seviniyordum. Zira başta kanser olmak üzere bir sürü abuk subuk kötü fikirlere kapılmıştım.
 
Beyin ve Sinir Cerrahi beni hemen ameliyata alacaktı, ancak bölümün ameliyathanesi bakımdaymış ve ancak 10-15 gün sonra devreye girebilecekmiş. Bana “10-15 gün dişini sıkabilir misin?” diye sordu. Ne diyebilirdim ki, “Peki” dedim.
 
Tekrar yazlığa dönüp ağrı içinde gün saymaya başlayınca, boş durmamaya karar verdim. Önce evimizin bahçe duvarına kadar inleyerek yürüdüm. Sonra ev yakınlarında çok küçük turlar attım. Her gün yürüme mesafesini uzattım. Birkaç gün sonra deniz kenarına kadar gittim. Daha sonraki bir gün yüzmeyi denemek istedim ve denize girdim. Kendimi yavaşça suya bıraktım. O da ne? Birden belimin rahatladığını hissettim! Yavaş yavaş kulaç attım, çok iyi geldi! Birkaç kulaçtan sonra sanki hiçbir şeyim yokmuş gibi yüzmeye devam ettim. O kadar rahatlamıştım ki, bizim “Ada” dediğimiz, koyun karşısındaki beyaz buruna kadar yüzmeyi istedim. Ama sonra hemen vazgeçtim, ilk gün için bu kadar yeterliydi; ertesi güne bıraktım Ada’ya kadar yüzmeyi.
 
Ertesi gün rahatça Ada’ya yüzdüm ve sonraki günlerde de buna devam ettim. Dışardan görenler biraz şaşırıyorlardı eminim: Adamın biri bastonla geliyor, sonra iskele merdiveninden zarzor denize girip yüzerek karşı kıyıya kadar gidiyordu!
 
Bu yüzmeler çok kısa sürede belime çok iyi geldi. Ağrılar gittiği gibi, bastonu da bıraktım. Ve 10-15 gün sonra diğer insanlar gibi istediğim hareketleri rahatça yapabiliyordum. Bir zamanlar, acaba bir daha diğer insanlar gibi yürüyüp yürüyemeyeceğimi düşünürken, şimdi neredeyse koşmak geliyordu içimden!
 
Durumumu göstermek için önce Ahmet Eren’e gittik. Ahmet beni bu defa da ayakta görünce şaşırdı. İyileşme sürecimi anlattım, çok memnun oldu ve bana bazı beden hareketleri yaptırdı. Sonrasında bunları yapabildiğime göre belimin iyileştiğini söyledi. Sonra Beyin ve Siniri Cerrahi Şefi’ne gittik.  O da bazı beden hareketleri yaptırdı ve belimin tamamen iyileşmiş olduğunu söyledi. Sonra ilave etti: “Bazen vücut bu şekilde kopmuş kemik parçalarını eritebiliyor, muhtemelen burada da aynı durum oldu”. Neredeyse bizi uğurlayacaktı ki, biraz da şaşırarak, “Bir MR daha çektirmeyecek miyiz?” diye sordum. “Gerek yok” dedi. “Senin yaptığın bu hareketleri normal insan dahi zor yapar, demek ki tamamen iyileşmişsin. MR’a falan gerek yok!” 

 
Bu anım burada bitiyor. Kendime şöyle bir kıssadan hisse çıkardım: Vücudumuza kendisini onarması için biraz zaman vermemiz lazım.
(30 Ekim 2018)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir