Çevre kelimesi için bir tanım yapmak gerekirse, en genel ifadeyle insanların ve diğer canlıların yaşamları boyunca ilişkilerini sürdürdükleri ve karşılıklı olarak etkileşim içinde bulundukları fiziki, biyolojik, sosyal, ekonomik ve kültürel ortamdır. Bir başka ifade ile çevre, bir organizmanın var olduğu ortam ya da şartlardır ve yeryüzünde ilk canlı ile birlikte varolmuştur.
Canlıların yaşadığı çevre ile, evren ya da doğa arasında bir fark ortaya çıkmaktadır. Doğa, çevrenin tamamını kapsamaktadır. Ancak doğada yaşamın olmadığı, tek bir canlının bulunmadı ortamlar da vardır. Örneğin yıldızlar gezegenler göktaşları, ya da Dünya’nın Merkezi gibi. Aslında onlar bile, bilimsel çalışmalarla varlıklarını hesaplayabildiğimizden, ya da en basitinden gökyüzünde çıplak gözle bile görülebildiklerinden dolayı çevremizde sanat ve edebiyatta etkiler yapabilmektedir. Canlılar olarak çevremize girmediği sürece, örneğin bir göktaşı yeryüzüne düşmedikçe bizleri etkilemez. Dolayısıyla çevre dışında kalırlar.
Bilindiği gibi bütün canlıların yaşamı, doğal dengeler üzerine kurulmuştur. Dolayısı ile canlıların yaşamlarını sürdürmesi de, doğal dengelerin bozulmadığı sağlıklı bir çevre ile mümkündür. Bu dengeyi meydana getiren zincirin halkalarında meydana gelebilecek kopmalar, zincirin tümünü etkileyip, dengenin bozulmasına sebep olmaktadır. Böylece önce yakın çevremizi, sonra bütün Dünyayı etkileyen çevre sorunları meydana gelmektedir.
Bir ilişkiler sistemi olan çevrenin bozulması ve çevre sorunlarının ortaya çıkması, genellikle insan kaynaklı etkenlerin doğal dengeleri bozmasıyla başlamıştır. Bu önermeyi verdikten sonra yakın zamanda okuduğum bir kitaptan aldığım BBC’de yayınlanmış ilginç bir saptamayı yazmak istiyorum. İnsanoğlu varolduktan sonra, kendine ve doğaya verdiği zarara ilavete, yeryüzündeki hayvanların %83’ünü ve bitkilerin yarısını yok etmiş!(1)Dört Efsane Çevreci, Metin Erdoğan, 2018 Cenova Yayınları.
Bu saptamadan yürüyerek çevre sorunlarını incelediğimizde görüyoruz ki, insanların çevre açısından karşı karşıya kaldığı problemlerin tamamını gene insanlar yaratmaktadır. Bu sonuçtaki sorumluluğumuzun bilinciyle, çevre problemlerini şöyle özetlenebilir:
- Hava, su ve topraklarımızın artan oranlarda kirletilmesi ve önemli bir kısmının kullanılamaz hale gelmesi,
- Özellikle büyük şehirler ve sanayi bölgelerinin yaşanamaz hale gelmesi,
- Doğal kaynakların hızla tüketilmesi,
- Kanser ve benzeri hastalıkların artması,
- Ozon tabakasının delinmesi,
- Yerkürenin giderek ısınması.
Yukarıdaki listeyi incelediğimizde, bugün için ulaştıkları tehlike açısından çok önemli bir fark görüyoruz. Sıradaki ilk dördü kararlı ve sabırlı bir süreç içinde halledilebilir, ama son 2 tanesi artık çözümsüzdür: Ozon tabakasını onaramıyoruz ve yerküre ısınmasını durduramıyoruz! Ancak bu problemleri çözemiyorsak, hiç olmazsa dondurmamız ve daha kötüye gidişe engel olmamız gerekiyor.
Dünya, küresel iklim değişikliği için somut adımlar atmak zorunda olduğunu biliyor ama yeterince hızlı ve etkin davranamıyor. Konunun muhatabı ülkeler Taraftar Ülkeler(COP)olarak adlandırılıyor ve her yıl önemli bir emisyon çevresinde toplanıyor. Türkiye için de önem taşıyan zirve sürecini birkaç hafta önce Cumhuriyet gazetesinde çıkan yazılarında GreenPeace Akdeniz, “Köprüden Önce Son Çıkış” başlığında 4 soruda özetlemişti:
1. COP24 neden kritik bir öneme sahip?
1992 yılında Rio’da imzaya açılan Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi(UNFCCC) 1994 yılında 196 ülke tarafından imzalanarak yürürlüğe girdi. İmzacı ülkeler bu tarihten itibaren her yıl düzenlenen Taraflar Konferansı’nda bir araya gelerek sözleşmenin uygulamasını takip ediyor. Bu yıl Polonya’da düzenlenecek 24.Taraflar Toplantısı(COP24), 2015 yılında imzalanan Paris Anlaşması’ndan sonra en önemli karar anı olarak kabul ediliyor. Bu toplantıda Paris Anlaşması’nın uygulanmasına dair Kurallar Kitabı’na karar verilmesi ve ülkelerin 2020 yılında yürürlüğe girecek ulusal iklim hedeflerini güncelleyip daha iddialı hale getirmeyi kabul etmeleri bekleniyor. Ülkelerin halihazırdaki talepleri, Paris Anlaşması’nın küresel iklim değişikliğini 1.5 derecede tutma hedeflerini gerçekleştirmekten uzak. Bu tariflerle devam edildiğinde iyi ihtimalle 3 derecelik bir değişim bizi bekliyor ve bu da gezegen için felaket anlamına gelebilir. Bu gidişata bir an önce dur demek için Polonya’da hükümetlerin sergileyeceği tutum hayati önemde.
2. Türkiye’nin COP24’ten beklentisi nedir?
Türkiye’nin uzun yıllardır iklim müzakerelerindeki duruşu COP24’te de değişmiyor. Türkiye iklim değişikliği alanında tarihsel sorumluluğu olmadığı gerekçesiyle iklim finansmanına katkı veren gelişmiş ülkeler listesinden çıkmak ve gelişmiş ülkelerin fon aktaracağı Yeşil iklim Fonu’ndan en azından emisyon azaltım çalışmaları için destek almak istiyor. Geçen yıllardaki konferanslarda da dile getirilen bu talep bu sene konferans gündemine görüşülmek üzere resmi bir madde olarak eklendi.
Paris Anlaşması kapsamında gelişmiş ülkelerin finansal yardımı da emisyon azaltımları gibi gönüllü taahhütlere dayanıyor. Yani Türkiye’nin gelişmiş ülkeler listesinde kalması fon aktarımını zorunlu kılmadığı gibi bu listeden çıkması da Yeşil İklim Fonu’na erişimini garantilemeyecek.
3. Dünyanın Türkiye’den beklentisi nedir?
Türkiye, iklim değişikliğinden en fazla etkilenecek bölgelerden biri olan Akdeniz havzasında yer alıyor. Ancak Türkiye, Paris Anlaşması kapsamında sunduğu iklim taahhütünde iddialı bir emisyon azaltımı öngörmüyor. Türkiye’nin bir an önce Paris Anlaşması’nı onaylayarak bu tarihsel işbirliğinden kendini izole etmemesi, iklim taahhütlerini Birleşmiş Milletler Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin(IPCC) 1.5 Derece raporu ışığında güncelleyerek kazanan tarafta yerini alması gerekiyor. Türkiye bu yıl da Paris Anlaşması’nı onaylamazsa bu anlaşma ile ilgili görüşmelere sadece gözlemci statüsünde dahil olabilecek ve hiçbir karar mekanizması içinde yer almayacak.
4. Küresel ısınma 1.5 derece de tutulabilir mi?
COP24, BM Hükümetlerarası İklim Paneli’nin(IPCC) büyük ses getiren 1.5 Derece raporundan sadece iki ay sonra gerçekleşiyor. Küresel karar alıcıların talebiyle hazırlanan rapor, küresel iklim değişikliğinin sanayi öncesi dönemin 1.5 derece üstü ile sınırlı tutmak için yapılması gerekenleri gözler önüne seriyor.
Rapor, küresel CO2 emisyonlarının 2030 yılına kadar yarıya inmesinin ve 2050 yılına kadar sınırlanmasını zorunlu olduğuna işaret ediyor. Aksi taktirde küresel ısınmanın 2030-2052 yılları arasında 1.5 dereceyi geçmesi bekleniyor. Bu da gezegen üzerindeki yaşam için felaket demek. COP24’e bu açıdan hazırlıklı gelmeleri, Avrupa Birliği gibi uzun yıllardır iklim değişikliği konusunda öncülük eden ülke gruplarının iddialı hedeflerle diğer ülkelere örnek olmaları önemli.”
17 Aralık 2018 tarihli gazeteler, “Paris İklim Anlaşmasını İşler Hale Getirecek Kurallar Üzerine Uzlaşıldı” başlığı ile aşağıdaki haberi geçtiler:
Polonya’nın Katoviçe kentinde Aralık ayının başından beri süren Birleşmiş Milletler(BM) 24. İklim Konferansı’nda 196 ülke ve Avrupa Birliği(AB), 2015’te imzalanan Paris İklim Anlaşması’nın ana unsurlarının hayata geçirilmesi hususunda anlaştı. Paris Anlaşması, sıcaklık artışının 2°C’nin altına düşürülmesini şart koşuyor. Bu hedefe ulaşmak için petrol, kömür gibi fosil yakıt kullanımının azaltılması ve yenilenebilir enerjiye yönelinmesini teşvik eden anlaşma, gelişmekte olan ülkelere finansman, teknoloji transferi ve kapasite geliştirme imkanları sağlanmasını öngörüyor.
Dünya ölçeğindeki son durum bu şekildedir. Buraya kadar yazdıklarım hususunda yorumlar yapılabilir. Sağlıkla kalın.