Bugün 699. doğa etkinliğimi yapacağım ve bugüne kadar hiç gitmediğim bir zirveye çıkacağım: Gümüldür sahillerine tepeden bakan Karacadağ.
Bilge rehberimiz Zafer Gürhan, PetkimTrek için değişik bir yer olsun diye, 25 yıl kadar önce gittiği Karacadağ’ı seçmiş. Bu bölgede, dört yıl önce İdadik yürüyüşüne katılmıştım. O zaman dağın zirvesine çıkmamış, Değirmendere’den Özdere’ye trans yapmıştık; bugün zirveyi planlıyoruz. Değirmendere’den başlayıp Karacadağ zirvesine çıkacağız, sonra da Özdere tarafına ineceğiz.
Değirmendere’nin Güneybatısında, Değirmendere deresine paralel olarak giden toprak yolda aracımızdan indiğimizde saat 9:00 olmuştu. Bugün katılım iyi, toplam 13 kişiyiz. Hava son günlerdeki nispeten ılık günlerden sonra tahmin edilemeyecek kadar soğuk. Zaten sabah evden çıktığımda otomobilin gösterge panelinde “Dikkat Buzlanma Tehlikesi” diye yazdığında şaşırmıştım. O sırada hava sıcaklığını kontrol ettim, dört dereceydi. Bu nedenle henüz güneşin yükselmediği dağın bu gölge yüzünde, varolan rüzgârın da etkisiyle bu serinlik benim için beklenen bir durumdu.
Zafer bugün hep yoldan gideceğiz dedi. Bu demektir ki uzun ve hızlı bir yürüyüş olacak. Öyle de oldu, hava soğuk olduğu için oyalanmadan yürüdük. Yürüyüş hızına göre gruplar halinde ilerliyoruz. Tabii altmışlıklar(!) habire bir şeyler anlatıyorlar. Bu gruptaki gençlerin sayısını artırmak gerekir diye düşünüyorum; bu kadar atmışlığın muhabbetini dinlemek için!
Toprak yoldan yükselirken sağ paralelimizde gürül gürül akan derenin sesi de yükseliyordu. Vadinin yeşillikleriyle burası Karadeniz’i hatırlatıyor bize. İyice yukarılarda ağaçlar biraz seyrelince, artık gerilerde kalan Değirmendere taraflarını ve doğu tarafımızda Nif Mahmut Bozdağ silsilelerini görebildik.
Toprak yoldan hızlı ve biraz da monoton devam eden yürüyüşümize bir dere geçişi renk kattı diyebilirim. Buralarda derenin suyu daha az olmasına karşın, karşıya ıslanmadan geçmek kolay değildi. Bazı “Delikanlı” arkadaşlar ıslanmayı göze alarak birkaç hamlede hemen karşıya zıpladılar. Büyük grup rehberin daveti ile daha uygun yerden karşıya geçip, sonrasında balkanlarda dikenli böğürtlen dallarıyla mücadele edip biraz da kan kaybı(!) yaşadıktan toprak yola ulaştık. Sonrasında bizi beklemeyip devam eden delikanlı grubu yakalamak epeyce sürdü.
Ağaçların nispeten seyrelip güneşe açık alanlar bıraktığı yerlerde, bol miktarda yabani laleler gördük. Bu güzel çiçekler bu mevsimin en muhteşem varlıkları, insan fotoğraflarını çekmeye doyamıyor!
Yaklaşık 4 saat sonra zirve konisine yaklaştık. Bir süre sonra zirveye giden yolun başında mola vermeye karar verildi. Rehber istiyenlerin 15-20 dakika uzaktaki gözetleme kulesinin bulunduğu zirveye gidebileceğini söyleyince, hızla yola vurulan Servet ve Atalay’ın arkasından devam ettim. Onları yakalayamayacağımı düşünerek toprak yoldan devam ediyordum ki, arkadan gelenler olduğunu duyunca bronz madalyayı(!) garantilemek için hızlandım. O hızla, çiçek fotoğraflamayla oyalanan arkadaşlarımı geçip tempomu hiç kesmeden gözetleme kulesine ilk olarak vardım. Bu beni çok keyiflendirdi, zira henüz yeni iyileşen dizimin beni yolda bırakmamasına çok mutlu oldum.
Zirvede arkadaşlarla fotoğraflar çektikten sonra hızla mola yerine döndük. Bize kalan 15-20 dakikada birşeyler atıştırıp tekrar yola koyulduk. Önce tekrar yükselip zirve konisinin etrafından dolandık. Sonrasında Gümüldür sahillerinin güneşte pırıl pırıl parlayan deniz manzaralarını görerek yoldan devam ettik.
Öğleye kadar hep çıkış yapmıştık, bundan sonra da hep iniş yaptık. 4,5 saatlik tırmanıştan sonra önümüzde en az üç saatlik bir iniş gözüküyordu. Toprak yoldan ayrılmadan kıvrıla kıvrıla, denizi ve karşımızdaki Sisam adasını görerek devam ettik.
Dağın nispeten daha sıcak olan bu yüzünde yol kenarlarında beyaz çiçekler gördük. Kısa saplı bu güzel çiçekler yolun iki tarafında demetler halinde yer almışlar(Ege Hünkarbeğendisi). Bu tarafta hiç lale görmedik diyebilirim; demek ki laleler daha ziyade soğuk havayı seviyorlar.
İyice aşağılara varmak epeyce uzun sürdü. İniş artık sıkıcı olmaya başlayamıştı ki narenciye bahçelerinden gelen portakal çiçeği kokularıyla( ya da mandalin ) kendimize geldik. Sonrasında bildiğiniz kasaba evleri; arada güzel yazlıklar var ama genellikle plansız düzensiz yollar evler dükkanlar kahveler. Oysa birkaç on dakika önce yukarıdaki yeşil tepelerden masmavi deniz, kırmızı kiremitli evler ve narenciye bahçeleri ne kadar güzel gözüküyordu!
Kaptanla sözleştiğimiz yerde buluşmaya giderken, rehberimiz aracı Özdere’deki bir caminin kenarında bulmuş. Giysilerimizi çantalarımızı ayarlayıp aracımıza binip bir yerlerde oyalanmadan İzmir’in yolunu tuttuk.
Bu uzun ve yorucu güzel etkinlikte çektiğim fotoğraflardan seçtiklerim ve arkadaşlarımın medyada paylaştıklarından hazırladığım fotoğraf albümünü aşağıdaki linkten izleyebilirsiniz.
Not: Aşağıdaki fotoğrafları herhangi birine tıklayıp, açılan penceredeki veya klavyeniz üzerindeki ok işaretleri yönünde izleyebilirsiniz.
FROM DEĞİRMENDERE TO KARACADAĞ SUMMIT and ÖZDERE – March 24, 2019
Today I will do my 699th nature event and I will climb to a top I have never been to before: Karacadağ, which watches the Gümüldür beaches from the top.
Our wise guide Zafer Gürhan had chose Karacadağ, where he went 25 years ago, as a different place. Four years ago I attended an Idadik Walk in this area. At that time, we did not climb the top of the mountain, we transferred from Değirmendere to Özdere; we are planning the summit today. Starting from Değirmendere, we will climb to the top of Karacadağ and then descend to Özdere side.
It was 9 o’clock when we got out of our vehicle on the dirt road that runs parallel to the Değirmendere Stream in the southwest of Değirmendere. Participation is good today, we are 13 people in total. The weather is unpredictable cold after recent warm days. As a matter of fact, I was surprised to see the phrase “Beware of Frost Danger” on the dashboard of my car as leaving home in the morning. At that time I checked the temperature of the air, it was four degrees. So this cold was expected for me due to the current wind on the dark side of the mountain where the sun has not yet risen enough.
Zafer said that we will always walk on the road. This means it will be a long and fast walk. It happened like this, because the weather was cold, we walked without wasting time. We continued in groups according to pace. Of course the sixties were always telling something. I thought the number of young people in this group should increase: to listen to the stories of these sixties!
As we rose on the dirt road, the sound of the creek flowing loudly on our right parallel was loud too. Here, the greenery of the valley reminded us of the Black Sea. When the trees were sparse on the highest hills, we could see Değirmendere behind us and the hills of Nif Mahmut Bozdağ in the east.
I can say that one crossing of a stream added color to our fast and somewhat monotonous walk on the dirt road. Although there was less stream water here, it was not easy to cross a stream without getting wet. Some “Young Man” friends, taking the risk of getting wet, jumped over to the other side of the stream in a few steps. At the invitation of the guide, the main group passed through a more convenient point, then struggling with thorny blackberry branches in the bushes and with some blood loss we finally reached the dirt road. Then it took time for us to catch up with this group of young men who continued without waiting for us.
We saw many wild tulips in open areas with few trees that could be shined by the sun. These flowers are the most amazing asset of this season, people just can’t get enough of taking pictures!
Approximately 4 hours later we approached the peak cone. After a while, a break was given at the starting point of the road leading to the summit. When the guide said that anyone could go to the watchtower, which is 15-20 minutes away, I continued after Servet and Atalay, who quickly set out on the road. As I was continuing on the dirt road because I thought I could not catch them, and when I saw few persons coming behind me, I speed up not to miss the bronze medal (!). With that speed I passed my friends who took flower photos, and I arrived to the observation tower in the first position without slowing my tempo. This cheered me up because I’m glad my newly healing knee didn’t let me down.
After taking photos with friends at the summit, we quickly got back to our resting point. For the remaining 15-20 minutes we ate something and continued on our way. First we climbed, and turned around the summit cone. Then we continued on the road, watching the sea views of Gümüldür beaches shining brightly under the sun.