İZLENİMLERİM, FOTOĞRAF NOTLARI ve FOTOĞRAFLAR:
Dünyayı saran pandemi salgını ve ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik şartlar nedeniyle oldukça kısır bir kültür sanat ortamında, dağcıysak dağlı değiliz diyerekten sürdürdüğüm BBPP (BuBirPerşembeProgramıdır) etkinlikleri 5. Programı olarak belirlediğim “İşgalden Kurtuluşa Ateş Çemberinde İzmir Sergisi”, halen sezon devam etmekle birlikte, en beğendiğimdi. Arkadaşımız Hakan Şuvak’ın önerisini değerlendirerek BBPP Etkinliği olarak seçtiğim sergi için belirlediğim Perşembe 2023’ün ilk günlerindeki oldukça soğuk bir gün olan 12.01.2023 idi. Karşıyaka Belediyesi Çatı-Bostanlı Sanat Merkezi önünde ‘Hepimizin Abisi’ Hulusi Kahraman ile buluştuk. Daha sonra İdadikli Arkadaşımız Mehmet Kurtay da bize katıldı ve birlikte sergiyi gezdik.
İzmir’in Yunanlılarca işgalini öncesiyle başlayıp 3,5 sene süren işgal ve nihayetinde kurtuluşa kadarki tarihi çok değerli belge niteliğindeki obje ve dokümanlarla işleyen sergiyi heyecanla gezdik. Kendi hesabıma bu kıymetli sergi, her Türk Vatandaşı için zaten bilinmesi gereken olayların birçok ayrıntılı bilgileri ile, bazı önyargılarımı kuvvetlendirdiği gibi bazılarını da törpüledi diyebilirim. Her fotoğraf önünde uzun dakikalar geçirmek gereği duyuluyordu. Bir çok belgeyi de ilk defa görme şansım olması bir yana, ilk defa duyduklarım oldu. Sonuçta düşündüğümden çok daha kapsamlı bulduğum sergiyi mutlaka bir kere daha gezme gerekeceğini hissediyordum.
Nitekim çatı katındaki sergi ortamı ısıtılmadığıiçin bir süre sonra üşüdüm ve arkadaşlarıma devamını daha sıkı giyindiğim bir başka gün gezmek istediğimi söylediğimde onlar da bana eşlik ettiler. Sergi salonu katındaki kafede sıcak bir şeyler içip vedalaştık.
Bu muhteşem sergiyi 24 Şubat 2023 tarihinde, yani ilan edilen kapanış gününden iki gün önce, bir daha gezdim. Bu defa Rehber-Tarihçi Barış Pehlivan’ın muhteşem anlatımı sayesinde sergilenenlere ilave bilgilerler edindiğimi hissediyordum. Ancak iyice ayrıntısına girdikçe aslında ne kadar az şeyler bildiğimi görüyordum; bi çok konuda olduğu gibi!
Sergi konusunda iki haber vereyim, tekrarı yapılacağı gibi, sergideki fotoğraf ve yazıları içeren bir kitap hazırlanıyormuş. İsim ve telefon numaramı kaydettirdim, bu gelişmeler sonuç verince bilgilendirecekler.
Sergi ziyaretlerimde çektiğim fotoğraflar ve bilgi karelerindeki yazıların metinlerine geçmeden önce sergi broşürünü okuyabilirsiniz.
SERGİ BROŞÜRÜ:
‘Ateş Çemberinde İzmir / İşgalden Kurtuluşa Sergisi’
Mondros Mütarekesi’nın imzalanmasının ardından 15 Mayıs 1919 tarihinde İzmir’in Yunanistan tarafından işgal edilmesiyle ‘başlayan Milli Mücadele ve kurtuluş sürecini kapsıyor.
Nejat Yentürk koleksiyonu ve arşivinden seçilen fotoğraf, belge, gazete, kitap ve haritalar eşliğinde hazırlanan serginin odaklandığı ana başlıklardan birini, Yunan ordusunun işgal boyunca Batı Anadolu’da meydana getirdiği tahribat ve zulümler ile Türk tarafının yaşanan olayları dünya kamuoyuna duyurma çabaları oluşturuyor. Yunan ordusunun Kurtuluş Savaşı’nın özellikle son evresinde Batı Anadolu’da meydana getirdiği maddi manevi tahribat, bu toprakların yaşadığı yıkımların belki de en büyüğüydü, Osmanlı ve Ankara Hükümetleri ile Türk aydınlarının bu amaçla hazırladığı propaganda yayınları sergide önemli yer tutuyor.
2022’nin Eylül ayı, İzmir’in işgalden kurtarılışının yüzüncü yıldönümü olduğu kadar, tarihin gördüğü en büyük yangınlardan biri sonucunda yok oluşunun da yıldönümü. Bu noktada sergi, ziyaretçileri sıklıkla zihinleri meşgul eden “İzmir’i kim yaktı?” sorusuyla sınırlı kalmak yerine, üzerinde pek az konuşulan, hatta pek çoğumuzun habersiz olduğu Büyük Taarruz sonrasında geri çekilen Yunan ordusunun Batı Anadolu’da yaktığı köy, kasaba ve şehirler ve buralarda uyguladığı akıl almaz şiddet üzerinde düşünmeye davet ediyor. Bu bağlamda sergide yer verilen belgesel niteliğindeki fotoğraf ve filmler yüz yıl önce yaşanan trajik olaylara tanıklık ediyor.
Birinci Dünya Savaşı Ve sonuçları, Osmanlı’dan kalan toprakları paylaşmak için fırsat kollayan emperyalist güçlerin yayılma arzularını dizginlenemez bir noktaya taşıdı. Bu konudaki niyetlerini yeterince ele veren Mondros Ateşkes Antlaşması; savaş ganimetlerinden alacakları payla “Büyük Yunanistan” hayallerini gerçekleştirebileceklerine inanan Yunan siyasetçilerini de harekete geçirmişti.
Amerika, İngiltere ve Fransa’nın rızasıyla İzmir’e asker çıkardıktan sonra nihai hedeflerine kolayca ulaşacağına inanan Yunanistan, gücünü Yunan milliyetçiliğinden alıyordu; buna karşılık Anadolu harekâtını, bir Türk milliyetçiliğinin var olmadığı ve Türkiye’nin tümüyle tükendiği varsayımı üzerine kurgulamıştı. Ne var ki Osmanlı Devleti merkezden uzak bölgelerde toprak kayıplarına uğramış olsa da Türkler Anadolu’yu teslim etmeye niyetli değildi.
Üstelik, başta Venizelos olmak üzere Yunan devlet adamlarının akıl dışı tutumları ve ordularının Anadolu’daki insanlık dışı davranışları karşısında Batılı devletlerin ikiyüzlü ve taraflı politikalarıyla Osmanlı yönetiminin aczi, Milli Mücadele hareketini alabildiğine güçlendirmişti.
Yaşanan ölüm-kalım mücadelesinde Yunan ordusu direnişle karşılaşıp Mustafa Kemal Paşa önderliğinde vücut bulan Türk ordusu tarafından bozguna uğratıldıkça daha da zalimleşti. Böylelikle savaş, iki askeri güç arasındaki çarpışmadan çıkarak Yunan ordusunun sivil halka uyguladığı sistematik bir ‘yok etme’ eylemine dönüştü. Meydana gelen insanlık suçları, sözde uygar Batı’nın gözleri önünde işleniyor ve hiç kimse bü eylemlere “dur” demiyordu. Türk tarafınca hazırlanan yayınlarla zulme uğrayan Anadolu insanının çığlıkları tüm dünyaya duyurulmaya çalışılsa da olayların ardı arkası kesilmiyordu.
Üç yıldan fazla süren savaşdaki yıkımların en büyüğü, Yunan birlikleri Türk ordusunun önünden kaçarken yaşandı. Bu süreçte batı Anadolu’daki kentlerin neredeyse tamamı, Hristiyan köyleri ve Yahudi mahalleleri de dahil olmak üzere Yunanlılar tarafından yakıldı ve yağmalandı. Katledilen Müslüman ahaliden sağ kalanlar canlarini kurtarmak için göç etmek zorunda kaldı.
15 Mayıs 1919’da İzmir’in İşgaliyle başlayan Kurtuluş Savaşı, Türk ordüsunun 9 Eylül 1922 günü İzmir’e girmesiyle sona erdi: Gelgelelim 13 Eylül günü başlayan ve kentin dörtte üçünü yok eden Büyük Yangın, İzmir’i harabeye çevirdi.
Yunanistan’ın hırsları ve gerçekleşmesi imkânsız hayalleri uğruna giriştiği Anadolu macerası, her iki taraftan da on binlerce insanın hayatını kaybetmesiyle sonuçlanmış, Yunan ordusu tarafından sözde ‘Türk zulmünden kurtarılmayı bekleyen Rumları’ da yüzlerce yıllık vatan topraklarından etmişti.
Sonuç olarak, adına savaş denen ölüm makinası bir kez daha amacına ulaşmış ve Anadolu’nun bu iki kadim halkını bir daha bir arada yaşayamayacak şekilde ayırmıştı.
Bir kentin yok oluşu: Büyük İzmir Yangını
9 Eylül 1922’de Türk ordusunun İzmir’e girmesiyle kentin yaklaşık üç buçuk yıl süren işgal dönemi sona eriyordu. Kurtuluş ve zafer sevinci sürerken, 13 Eylül günü öğleden sonra başlayarak beş gün süren büyük yangın, İzmir’in tüm fiziksel görüntüsünü, demografik ve sosyolojik yapısını değiştirdi. İzmir, bu yangından sonra bir daha eski İzmir olmadı.
Basmane yakınlarındaki Ermeni Mahallesinden başlayan yangın belki de sadece o bölgeyle sınırlı kalabilecekken güneyden esen rüzgârın etkisiyle kısa sürede Pasaport ve Alsancak yönüne doğru, Birinci Kordon’u da içine alarak geniş bir alana yayıldı. İzmir’in neredeyse tamammı harabeye çevirdi.
Yangın sırasında Türk mahalleleri kısmen zarar görürken Ermeni mahallesi tamamen, Rumlar ile Levanten ve Avrupalıların yaşadığı Frenk mahallesinin büyük bir kısmı tahrip oldu, Yangın yaklaşık iki yüz altmış hektarlık bir alahı etkilemişti. Bu da kentin dörtte üçünün yok olması anlamına geliyordu.
İstatistik Müdürlüğü’nün, Mart 1923’te açıkladığı verilere göre İzmir’de mevcut 42.945 haneden 14.004 tanesi tamamen yanmıştı. İşyerlerinin büyük bölümü yok olmüş, geriye sadece 9.696 mağaza ve dükkân kalmıştı.
Büyük Yangın İzmir’e getirdiği maddip manevi büyük yıkıma rağmen bir bakıma Cumhuriyet’in ön gördüğü modern bir kentin yaratılması için alan açmış oluyordu. Ancak İzrnir’in inşa edilerek yeniden yaşanır hale getirilmeşı uzun yıllar süren yorucu çabaların sonunda mümkün olabilecekti.
Proje Koordinasyon / Nejat Yentürk
Küratör / Aybala Yentürk
Asistan Küratör / Murat Kaya
Metinler / Aybala Yentürk, Murat Kaya, Nejat Yentürk
Mimari Tasarım / Sinem Karakundak
Grafik Tasarım / Gözde Karayılanoğlu
Fotoğraf Editörü / Timur Tarlığ
Video Editörü / İlker Şahin
Diorama ve Maketler / Alper Bıçaklıoğlu
İllüstrasyon / Orçun Andıç
Pentür / Sevde Hallaç
Yapı Planlama ve Uygulama / Mete Kalaç, Onur Bilgen, Emre Yacan
Sergileme Elemanları Üretimi / Kasım Yılmaz, Murat Altun
Baskı / Can Dijital
FOTOĞRAF NOTLARI
Yıkılışa Doğru: Mondros Ateşkes Antlaşması
19. yüzyılda halkların ulus devlet kurma eğilimleri, imparatorlukların gücünü azaltıyordu. 20. yüzyılın başında değişen siyasi dengeler; kutuplaşmalar, ortak çıkarlar ve kurulan ittifaklar dünyayı hızla büyük bir savaşın eşiğine getirdi. 1914 yılında Avusturya-Macaristan İmparatorluğu veliahdının Saraybosna’da öldürülmesi, barut fıçısına dönen Avrupa için kıvılcım oldu. Kısa süre içerisinde Rusya, İngiltere ve Fransa’dan oluşan Üçlü itilaf, Almanya ve Avusturya’ya savaş açtı. Osmanlı Devleti hemen katılmasa da Almanya’nın yanında savaşa girmek zorunda kalacaktı.
Dört yıl süren ve milyonlarca insanın hayatına mâl olan daha önce görülmemiş büyüklükteki bu savaş imparatorluklardan yeni ulus devletlerin ortaya çıkmasına yol açacak, yok olan imparatorluklardan biri de Osmanlı Devleti olacaktı.
Osmanlı hükümetinin itilaf Devletleri’nden talep ettiği ateşkes antlaşması 30 Ekim 1918 tarihinde Limni Adası’nın Mondros Limanı’nda demirli Agamemnon zırhlısında imzalandı. Son derece ağır koşullar içeren bu antlaşmayla Osmanlı ordusu dağıtıldı ve ülke toprakları işgale açık hale getirildi. Arka arkaya girilen savaşlardan yorgun, barışa hasret olan Osmanlı, antlaşmanın ağır koşullarına rağmen savaş sona erdiği için rahat bir nefes almıştı.
Ne var ki imzalanan antlaşma, barışa zemin hazırlamaktan çok uzaktı.
Nitekim itilaf devletlerinin antlaşma hükümlerine dayanarak İmparatorluğun en stratejik bölgelerini işgal etmeye başlaması savaşın bu topraklarda henüz bitmediğini gösteriyordu.
1. Agamemnon Zırhlısı
2. İtilaf devletleri adına Mütareke’ye imza koyan İngiliz Doğu Akdeniz Donanma Komutanı Sir Amiral Somerset Arthur Gough-Calthorpe
3. Mondros Mütarekesi görüşmelerine katılan Osmanlı Heyeti
Oturanlar soldan sağa, Osmanlı heyetinin iki asli üyesi Bahriye Nazırı Rauf (Orbay) Bey ve Hariciye Müsteşarı Reşad Hikmet Bey.
Ayaktakiler soldan sağa, yaver Sait Bey, irtibat subayı Tevfik Bey ve heyet kâtibi Âli (Türkgeldi) Bey. Heyetin üçüncü asli üyesi olan Yarbay
Sadullah (Güney) Bey gruba İzmir’den katılacaktı.
Yunanlar Sahnede.”Leon Torpidosunun
İzmir’e Gelişi
İngiliz, Fransız ve İtalyan savaş gemilerinin ardı ardına İzmir limanına demir atmaları karşısında Yunanistan da müttefik sıfatıyla İzmir’de savaş gemileriyle temsil edilmeyi resmen istedi.
İngiltere’nin koruyuculuğu altında, Leon savaş gemisi 24 Aralık 1918’de, tam da Noel günü Pasaport açıklarına demirledi. Bir Yunan savaş gemisinin İzmir’e gelmesi, şehirdeki Rum ve Ermenileri coşturmuştu. İttihat ve Terakki’nin İzmir’den uzaklaştırdığı Metropolit Hrisostomos’un dört yıllık bir ayrılıktan sonra kente döndüğü bu günlerde olayları yatıştırmak mümkün olmadı.
Sinema ve matbaalar tahrip edilmiş, İtalyan asıllı oldukları gerekçesiyle Levantenler bile tacize uğramıştı. Leon torpidosunu ziyaret amacıyla İzmir’e geçmek isteyen Rumların kalabalığını taşıyamayan Karşıyaka iskelesi çökmüş, meydana gelen kazada on kişi boğularak can vermişti.
Olayların Paris Barış Konferansı’nın sürdüğü bir dönemde yaşanması Venizelos’u tedirgin etmişti. Konferansta Türkleri haklı çıkaracak ve “davaya” zarar verecek hareketlerin derhal önüne geçilmesini istemişti.
Bir İngiliz Savaş Gemisi İzmir’de
Mondros Mütarekesinin ardından İzmirli Rumların ilk gövde gösterisi, İngiliz M29 monitör kumandanı Alan Dixon’un şehre ayak bastığı 6 Kasım 1918 tarihinde yapıldı. Mütarekenin imzalanmasından hemen bir hafta sonra savaş gemisinin İzmir’e demirlemesiyle işgale doğru ilk adım atılmış oluyordu.
Bir İngiliz savaş gemisinin İzmir’e geleceği yerli Rumlar ve bir süredir İzmir’de yaşamaya başlayan Yunan uyruklular tarafindan duyulduğunda gösterişli bir karşılama töreni hazırlanması için harekete geçilmiş, şehirde binlerce Yunan bayrağı dağıtılmıştı.
Rumlar monitörü ölçüsüz taşkınlıklarla karşıladı. İzmir’de yer yerinden oynadı. Kordonboyu ve Frenk Mahallesi baştanbaşa Yunan bayraklarıyla donatıldı. Aya Fotini Kilisesi’nde toplanan Rumlar “Türklerle kanlarının son damlalarına kadar mücadele edeceklerine” yemin ettiler. İzmir’de güvenlik kalmamıştı. Rumların gürültülü gösterileri İngilizleri bile tedirgin etmişti. Monitörün İzmirli Rumlar tarafindan benzeri görülmemiş bir taşkınlıkla karşılanması, İzmirli Türk aydınlarda Müdâfaa-i Hukuk-ı Osmaniye Cemiyeti’nin kurulmasının gerekliliği fikrini uyandıracaktı.
Wilson İlkeleri
“Zavallı Wilson anlamadı ki, süngü, kuvvet, şeref ve haysiyetin müdafaa edemediği hatlar, başka hiç bir prensip müdafaa edilemez.”
Gazi Mustafa Kemal Paşa
Almanya aleyhine Birinci Dünya Savaşı’na giren ABD Başkanı Woodrow Wilson, zaferi İtilaf Devletleri’ne hediye etmenin yanı sıra, savaştan sonra inşa edilecek barışa yol gösterici olacağını umut ettiği on dört temel ilkeyi de ilan etmişti.
8 Ocak 1918 tarihindeki ABD Kongresi’nde dile getirdiği ve tarihe “Wilson İlkeleri” olarak geçecek bu on dört maddenin özünde, barış antlaşmalarının bundan böyle devletlerarası gizli antlaşmalara dayanmaması, ülkelerin karasuları dışındaki denizlerde tam geçiş serbestliğinin sağlanması, ekonomik kısıtlamaların kaldırılması, silahlanmaların azaltılması ve büyük-küçük ayrımı yapılmaksızın tüm devletlerin siyasi bağımsızlıklarını ve toprak bütünlüklerini koruyacak güvenceler sağlamak üzere uluslararası bir örgüt kurulması vardı.
İlkelerin özellikle on ikinci maddesi doğrudan Osmanlı Devleti’nin geleceğiyle ilgiliydi. Buna göre:
“Mevcut Osmanlı İmparatorluğu’nun Türk kısımlarının egemenliğinin güvencesi sağlanmalı, ancak bugün Türk egemenliği altında bulunan diğer milletlerin de hayatlarıyla engelsiz ve özerk gelişim fırsatları güvence altına alınmalıydı.”
Osmanlı toprakları üzerindeki taleplerini tarihsel bir hak olarak gören Yunanistan, Wilson İlkeleri’nin bu maddesine sıkı sıkıya sarılacak ve özellikle İzmir ve Batı Anadolu’daki Yunan nüfusunun Türklere göre çoğunlukta olduğunu kanıtlamak üzere kolları sıvayacaktı.
Yunanistan’ın devlet olarak yürüttüğü bu çabalara karşılık olarak, yurt içi ve yurt dışında yaşayan Türk aydınları da verdikleri muhtıralar, düzenledikleri konferanslar, kongreler ve hazırladıkları yayınlarla seslerini dünyaya duyurmaya çalışacaktı.
İzmir: İmparatorluğun Dünyaya Açılan Kapısı
Osmanlı Devleti’nin dünya ekonomisine bağlandığı önemli merkezlerinden biri olması, İzmir’i İmparatorluğun ikinci büyük kenti yapmıştı. Doğuda ve batıda birçok liman kenti ve finans merkeziyle yoğun ilişkiler içerisinde yükselen dış ticaret hacmi, İzmir’in stratejik konumunu vazgeçilmez kılmıştı. Kenti merkez alan demiryolları sayesinde Anadolu’nun verimli topraklarında yetişen tarımsal ürünler ve yer altı zenginlikleri dünyanın dört bir yanına gönderilmek üzere İzmir limanına taşınırken, Avrupa ve Amerika’dan ithal edilen mallar iç kesimlere ulaştırılıyordu.
Batı sermayesinin aktif rol oynadığı bölgede yerli ve Batılı kapitalist gruplar öteden beri rekabet halindeydi. İngiliz, Fransız ve İtalyanlar arasındaki çekişmeye sahne olması bir yana İzmir, Yunan burjuvazisinin de geliştiği kentlerin başında geliyordu.
Bu koşullar altında İzmir daha Birinci Dünya Savaşı sonuçlanmamışken itilaf Devletleri arasında imzalanan gizli paylaşım antlaşmalarına konu olmuş, savaş sonrasında da vaat edilen ve üzerinde hak iddia edilen kent olma özelliğini sürdürmüştü.
Batı Anadolu’nun İlk Sivil Direniş Örgütü
İzmir Müdâfaa-i Hukuk-ı Osmaniye Cemiyeti, Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasının hemen ertesinde kuruldu.
Mütarekenin Türk varlığı için tehdit oluşturan maddeleri, bir örgütün kurulmasına ilişkin sivil iradenin ortaya çıkmasındaki en önemli etmendi. Mütarekenin imzalanmasından sonraki gelişmeler, Yunanistan’ın Batı Anadolu üzerindeki beklentilerinin gerçekleşeceğine işaret ediyordu. Nitekim Paris Barış Konferansında Fransa ve İngiltere’nin kararlarının etkili olduğu oturumlarda, İzmir’in Yunanistan tarafından işgal edilmesi savunulmuştu.
Cemiyet, diplomatik çerçevede hareket ediyordu. Faaliyetleri konferanslara, uluslararası kuruluşlara, hükümetlere muhtıralar ve yayınlar göndermek, Avrupa’daki Türk dostu kişileri milli davaya yardıma davet etmekle sınırlıydı.
Yunan işgali hakkındaki söylentilerin artık gizlenemez duruma gelmesi üzerine Cemiyet, 1919 yılının Mart ayında tüm Ege Bölgesi’ni temsil edecek bir kongrenin düzenlenmesine karar verdi. Böylelikle hareket, bütün vilayet sathına yayılmış olacaktı. Kongreye Aydın Vilayeti’nden, Balıkesir ve Menteşe Sancaklarından belediye reisleri, müftüler, toplum kuruluşları, basından temsilciler ve halktan yüzlerce kişi katıldı.
Kongrede alınan kararlar 20 Mart 1919 tarihinde İstanbul’daki İtilaf Devletleri temsilcilerine bir muhtıra olarak gönderildi. Kararlar arasında en dikkat çekici olanı, Türk milletinin gerektiğinde vatanını savunmaktan geri durmayacağının işaretini veren maddeydi:
“Geleceğini tehdit eden tehlikeler karşısında varlığını savunmak gerektiğini idrak etmiş olan Türk milleti, Büyük Devletler’den beklediği adalete güvenerek sükûnetini muhafaza etmekte ve hakkını bilfiil savunmak zorunda kalmayacağını ümit etmektedir.”
İşgalin önüne geçilemese de, yürüttüğü çalışmalarla Cemiyet, daha sonra Yunan Ordusuyla çatışmaya girecek milli kuvvetlerin oluşturulmasında emeği geçecek birçok delegeyi ‘ulusal bilinç’ etrafında bütünleştirmeyi başarmıştı.
İzmir Türklerinin haklarını dünya kamuoyuna duyurmak amacıyla kurulan İzmir Müdâfaa-i Hukuk-ı Osmaniye Cemiyeti’nin 17-19 Mart 1919 tarihleri arasında topladığı kongreye katılan delegelerin İzmir Sultanisi önünde çektirdiği hatıra fotoğrafı
Bir Gecede Örgütlenen Miting
İzmir’in yunanlar tarafından işgal edileceği, 14 Mayıs günü öğleden sonra öğrenildi. Osmanlı yönetimi haberi yalanlayarak Yunan kuvvetlerinin mütareke hükümlerine göre yalnızca Yeni Kale’ye çıkmakla sınırlı kalacağını duyurdu. Yerli Rumlar öteden beri kurdukları hayalin gerçekleşmek üzere olduğunu görerek çılgınca bir sevinç içerisine girmişti biİe. Buna karşılık Türkler ne yapacaklarını ve ne karar vereceklerini kestiremiyordu. Arka arkaya toplantılar yapılmaktaydı. “Ertesi gün İzmir’i Yunan kuvvetleri işgal edecekti, buna karşılık ne yapmak gerekirdi?”
Şehir böyle bir kargaşa içinde çalkalanırken bir grup aydın, eşraf ve subay, işgalin kesinlikle kabul edilmeyeceğini savunan simgesel bir oluşum ilan etti. Seçilen isim Redd-i İlhak’tı. O gece İzmir halkının işgale karşı olduğunu göstermek amacıyla bir miting düzenleme kararı alındı. Kaleme alınan beyanname Anadolu Matbaası’nda basılarak gençlerin gayretleriyle gece yarısına kadar Türk mahallelerinde dağıtıldı. Davullar çalındı, bekçiler halkı gece Maşatlık’a (eski Yahudi Mezarlığı) davet etti. 14 Mayıs’ı 15’e bağlayan gece Maşatlık’ta birkaç bin kişi toplandı. Miting sırasında ateşler yakıldı, şaşkınlık ve üzüntü içerisinde bulunan kalabalık sabaha kadar protesto gösterisinde bulundu.
Maşatlık’ta toplanmaktaki maksat, buranın körfezdeki düşman gemileri tarafindan rahatlıkla görülebilecek yüksek bir yer olmasıydı. Miting, Yunan çıkartmasına karşı zora başvurup direnmek için yapılmamıştı. Toplantının amacı, Türklerin şehirde nüfus üstünlüğüne sahip olduğunu ispatlamaktı.
“O akşam memleketin hamiyetli ve çalışkan gençleri, bağırarak, tekbirler getirerek, heyecanlı sözler söyleyerek, İzmir sokaklarını dolaşıyor ve halkı toplantı yeri olan Yahudi Maşatlığına davet ediyorlardı. Evimizin kapısına gelen memleket gençleri heyecanlı sesleriyle haykırıyorlardı. “Vatanını seven Yahudi Maşatlığına gelsin” Evde bulunan bütün kardeşlerimle beraber Maşatlığa gitmek üzere ayrılırken, annemiz ağlayarak bizleri gitmeye teşvik ediyordu.
Kadın-erkek, büyük-küçük bütün İzmir halkı bir nehir gibi sokaklardan akıyor, ağlayarak, haykırarak, gece karanlığında Maşatlığa koşuyorlardı.”
Kâzım Özalp
İzmir’in En Karanlık Günleri
“Şimdi 14 Mayıs 1919 tarihinde saat 20:00’de Amiral Calthorpe’dan aldığım notada, Mondros Mütarekesi şartlarının 7’nci maddesi gereğince I tilâf Devletleri adına İzmir’in Yunan askerî birlikleri tarafindan işgal edileceğini, bu kararın Osmanlı Hükümetine bildirildiğini, çıkarılacak kuvvetin yarın 15.5.1919’da saat 8:00’de İzmir’e geleceğini, Yunan deniz müfrezelerinin yedi saat önceden iskeleleri işgal edeceğini, üzücü olaylara meydana gelmemesi için birliklerimizin bulundukları yerlerde kalmasını, bir İngiliz deniz müfrezesi tarafindan işgal edilecek olan telgrafhanede sansür edilerek resmî haberleşmeye izin verileceğini ve Yunan askerî makamlarının kendilerine dair olan isteklerini beklemeleri gerektiğini bildirdiklerini arz ederim.”
17. Kolordu Kumandanı Ali Nadir Paşa’nın Harbiye Nezareti’ne çektiği telgraf
14 Mayıs günü, körfezin girişini koruyan Türk bataryaları İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan deniz müfrezeleri tarafindan işgal edildi. Yunan birliklerini taşıyan gemiler, İtilaf Devletleri’ne ait savaş gemilerinin koruması altında 15 Mayıs 1919 günü sabah körfeze girdi.
Plana göre, Pasaport yakınlarında karaya çıkan bir evzon alayı Karantina yönüne hareket ederek Kadifekale hattını tutacaktı. Punta İskelesi’ne inen diğer alay ise kuzeyden ilerleyerek Kadifekale’yi teslim alacaktı.
Kordonboyu’ndan yürüyüşe geçen Evzon Alayı beraberinde İzmirli Rumlar olduğu halde Konak Meydanı’na doğru ilerledi.
Venizelos’un Yunan işgal Kuvetleri’ne Seslenişi
“Büyük devletler tarafindan, şehirde güvenliği sağlamqk amacı ile Yunan Ordusu’nun İzmir’i işgal etmesine karar verilmiştir. Ulusal ordumuzun tarihinde, size verilen görevden daha onurlandırıcı çok az görev olmuştur.
Tümendeki herkesin, Yunanistan’ı bizzat kendisinin temsil ettiğini bilmesi gerekir. Herkes Yunanistan’a karşı gösterilecek kıymetin, sadece soydaşlarına karşı değil, İzmir’deki yabancı unsurlara karşı da göstereceği her hareketine ve sözüne bağlı olduğunu her an hatırlamalıdır.
Konsey’in, İyonya’nın düzenini sağlayacağımız konusunda güvenerek verdiği onur, bize ne kadar güvendiğini göstermektedir. Bu güvene lâyık olacağınızdan eminim.
Soydaşlarınıza karşı davranışlarınız konusunda size önerilerde bulunmam gerekmez. Asırlardan beri, en büyük felâketlerde bile umutsuzluğa kapılmaksızın bu mutlu günleri bekliyoruz.
Ancak bunun dışında; Türk, Yahudi, Ermeni unsuruna ve çeşitli Avrupa kolonilerine de davranışlarınızla, Yunan Ordusu’nun müttefiklerden yiğitlik, özveri ve incelik konusunda geri kalmadığını, aynı zamanda uygarlığın ilk hattında olduğunu göstermeniz gerekir.
Ulusal taleplerimizin gerçekleşmesi büyük ölçüde tüm yabancı unsurlara ve özellikle bunların içinde en kalabalık olan Türklere vereceğiniz güvene bağlıdır.
Tüm ulusun duaları size eşlik etmektedir.”
Tan yeri ağarırken önde Yunan Zırhlısı Averof olmak üzere İngiliz, Fransız, İtalyan ve Amerikan deniz kuvvetlerinden oluşan 18 gemilik bir donanma körfeze girmiş, bu sırada Yunan kuvvetlerine ait binlerce asker, yolcu gemileriyle taşımıştı.
Yunan askerlerini indirmek üzere, Patris yolcu gemisi Pasaport yakınlarına kurulan geçici iskeleye, Temistokles gemisi ise Punta İskelesi’ne sabahın erken saatlerinde yanaşmıştı. Yunan ordusunu coşkuyla karşılamaya gelen Rumları kontrol altında tutmak üzere itilaf Devletlerine mensup bahriyeliler görev almıştı.
Bir Ressamın Fırçasından Zulüm
İtalyan ressam Vittorio Pisani tarafından yapılan suluboya tablolarda, işgal günü Yunan birlikleri tarafından gerçekleştirilen katliamlar resmedilmiştir. Belgesel niteliğindeki bu dört eserde Pisani, Pasaport yakınına demir atmış Patris gemisi önündeki ve Konak
Meydanı’ndaki öldürme ve yaralama olaylarını, evlerde sürdürülen yağmayı ayrıntılı bir şekilde betimlenmiştir. Ressam, İzmirlilerin işgal hatıralarına nüfuz etmiş olan ve katliama son veren sağanak yağışı aktarmayı unutmamıştır.
İşgal sırasında yaşanan kanlı olaylara yirmi yaşındayken tanıklık eden Pisani, o günleri betimlediği on suluboya tablosunu Roma’ya yerleştikten sonra tamamlamıştır. Pisani’nin tabloları günümüzde İstanbul Büyükşehir Belediyesi Atatürk Müzesi’nde sergilenmektedir.
Vittorio Pisani (Korfu, 1899 – İtalya 1974)
İtalyan illüstratör ve ressam. İtalyan bir baba ve Yunan bir anneden dünyaya gelen Vittorio Pisani’nin babası, büyükbabası ve amcası da ressamdı. Baba Spiridione Pisani, 1906 yılında İzmir’de kurulan İtalyan Güzel Sanatlar Okulu’na (Scuola italiana di Belle Arti) müdürlüğüne atanarak ailesiyle birlikte İzmir’e yerleşti. Baba Pisani daha sonra İzmir Mekteb-i Sultanisi’nde resim muallimi olarak çalıştı.
İşgal Yürüyüşü Katliama Dönüşüyor
Yunan Evzon Alayı saat 11:00 sularında vardığı Hükümet Konağı önünde, kim veya kimler tarafindan atıldığı halen tartışma konusu olan kurşunların hedefi oldu.
Kısa süreli bir paniğin ardından Yunan askerleri, içinde silahsız olarak bekleyen asker ve subayların bulunduğu Sarı Kışla’yı, Vilayet
Konağı’nı, sivillerin kümelendiği Kemeraltı girişini, çevre dükkân, otel ve kahvehaneleri dakikalarca ateşe tuttu. Kışlaya girerek esir aldıkları kolordu mensupları ile vilayet çalışanları, binlerce Rum’un coşkulu bir öfkeyle bekleştikleri sahil yolundan yürütülerek, rıhtımdaki Patris vapuruna hapsedildi. İtilaf Devletlerinin gözü önünde gerçekleşen bu yürüyüş sırasında Yunan askerlerinin ve İzmirli Rum sivillerin süngü, bıçak ve ateşli silah saldırılarına ve aşağılamalarına maruz kalan esir Türklerden sadece subay olarak 9 şehit, 21 yaralı verildi, 27 kişi de kayboldu. Daha kötü bir tablonun ortaya çıkmasını engelleyen, yürüyüş sırasında birdenbire bastıran şiddetli yağış olmuştu.
”Hükûmet konağı yönünden atılan bir kaç kurşunu müteakip ortaya çıkan Yunan askeri tarafindan halka karşı silah atılmaya başlandı. Kışladan alınan birçok subayımız Yunan askerlerinin muhafazası altında ve süngüleri arasında limandaki Yunan vapurlarına sevk edildi. Bu esnada Metropolit Hrisostomos namındaki şerir, Yunan kuvvetlerinin önüne geçerek rıhtımdaki sivil ve subay Türklerden yüzlercesini şehit ettirdi. Kordon boyundaki binaların balkonlarına, tarasalarına yığılmış olan yüzlerce Yunan ve Rumlar da bizim subay ve sivillerimizin üzerine revolverlerle ateş ediyordu. Bereket versin ki o sırada bardaktan boşanırcasına yağan şiddetli ve sürekli yağmur bu saldırganları balkonlardan ve tarasadan içeri çekmeğe mecbur etmişti. Yoksa vapurlara sevk edilenlerden tek kimsenin hayatta kalmasına imkân kalmayacaktı.”
M. Kâmil Dursun
Yerli Rumların Coşkusu
İzmir Metropoliti Hrisostomos, Rumca yayın yapan gazetelerde şu cümlelerle müjdeliyordu:
“Kardeşler, beklenen an gelmiştir. Asırlık arzular yerine getirilmektedir. Olağanüstü yıllar yaklaşmıştır. Irkımızın büyük umudu, anamız Yunanistan’la birleşmek yolunda bağrımızı kızgın demir misali yakan ve kavuran o şiddetli arzumuz, işte bugün gerçekleşiyor. Bugünden başlayarak birleşik, şanlı, ölümsüz, büyük vatanımız Yunanistan’ın ayrılmaz bir parçasını oluşturuyoruz.”
Bölge Kontrol Subayı lan Smith’e göre ise: “Türkler, çekindikleri bir ırkın, kendilerine nefret besleyen ve ayrıca adalet ile tarafsızlığa önem vermeyen bir ırkın ellerine korunmasız bir şekilde bırakılmıştı.”
İşgal İzmir Çevresine Yayılıyor
Yunan kıtaları İzmir merkezinde kontrolü sağladıktan sonra işgali genişletmeye başladı. 16 ve 17 Mayıs günleri Seydiköy ve
Gaziemir’deki Osmanlı garnizonları, Cumaovası ve Develi köyleri, Bornova, Karşıyaka ve Buca işgal edildi. Buca ve Seydiköylü Rumların yakıp yağmaladığı Cumaovası güzergâhındaki Türk köylerinin ahalisi Torbalı yönüne kaçmak zorunda kaldı. Bu sırada öldürülen Türklerin sayısı yüzlerle ifade edildi.
Birlikler 17 Mayıs’ta Urla’ya, 20 Mayıs’ta Alaçatı ve Çeşme’ye girdi. Rum nüfusun baskın geldiği Urla’da Türk köylüler büyük bir kıyım yaşadı. Fransız ve İtalyanların 14 Mayıs’ta çıkartma yaptığı Foça ve Karaburun, 21 Mayıs’ta Yunan kıtalarına teslim edilmişti. Tüm bunlar yaşanırken Osmanlı makamları Rumlara nüfus üstünlüğü sağlayacağı endişesiyle başlayan Türk göçünü durdurmaya çalışıyordu.
İzmir’e asker çıkarılması ve ilerleyiş sırasında yaşanan olaylar nedeniyle, İzmir’e acilen Yunan bir siyasi temsilcinin gönderilmesinin gerektiği açıktı. Venizelos’un girişimleriyle Aristidis Stergiadis İzmir’e gelerek görevine başladı. Bundan böyle bölgede yaşayan her milletten vatandaş gibi Yunan askerî mercilerinin de onun emirlerine uyması gerekecekti.
İşgal günü silahsız olarak esir alındıktan sonra şehit edilen, yaralanan, hayatta olup olmadıkları meçhul olan subaylar
• Kışlada teslim alınan subaylardan yolda şehit edilenler
Erkân-ı Harbiye Birinci Şube’de Mümeyyiz Nadir�Levazım Birinci Kısım’da Mümeyyiz Ahmet Hamdi Alay Kâtibi Fethi�Levazım İkinci Şube’den Kolağası Hüseyin Necati Kolordu Baştabibi Kaymakam Şükrü�Ecza-i Tıbbiye Müdürü Eczacı Kıdemli Yüzbaşı Ahmet�İnşaat Bölüğünde Mülâzım-ı Sani Faik�Dördüncü Kolordu Askerlik Şubesi’nde Kıdemli Yüzbaşı Nazmi�Asker Alma Heyeti Reisi Miralay Süleyman Fethi (hastanede vefat etmiştir)
• Süngülenerek ve ateşli silahla yaralananlar
Tahkik Heyeti Reisi Miralay Ali
Tahkik Heyeti Azası Kaymakam Cemil
Kolordu Erkân-ı Harbiye Reisi Abdülhamid Bey
Levazım Birinci Kısım’dan Saadeddin
Levazım Birinci Kısımdan Zihni
İkinci Kısımdan Hayri Efendi
Üçüncü Kısım’dan Alay Kâtibi Nazım
Üçüncü Sınıftan Akif
İnşaat Şubesinden İbrahim
İnşaat-‘ İstihkâmiye Komisyon Yaveri Neşet
Üçüncü Fırka Asker Alma Reisi Miralay Abbas Bey
Kolordu Yaveri Alay Kâtibi Bahaddin
Yüzbaşı Nasuhi
Mülâzım-ı Evvel Galib
Muhabere Bölüğü’nde Mülâzım Celal
Kolordu Telgraf Bölüğü’nde Makinist Selahaddin
İaşe Subayı Mülâzım-l Evvel Ziya
Projektör Yüzbaşısı Hayri
-‘ Evvel Rıfat
İkinci Kısımdan Hayri Efendi
Üçüncü Kısım’dan Alay Kâtibi Nazım
Üçüncü Sınıftan Akif
İnşaat Şubesinden İbrahim
İnşaat-ı İstihkâmiye Komisyon Yaveri Neşet
Üçüncü Fırka Asker Alma Reisi Miralay Abbas Bey
Kolordu Yaveri Alay Kâtibi Bahaddin
Yüzbaşı Nasuhi
Mülâzım-‘ Evvel Galib
Muhabere Bölüğü’nde Mülâzım Celal
Kolordu Telgraf Bölüğü’nde Makinist Selahaddin
İaşe Subayı Mülâzım-ı Evvel Ziya
Projektör Yüzbaşısı Hayri
Fırka 65 Mülhakı Mülâzım-ı Evvel Rıfat
Alay 68 Tabur 1 İaşe subayı Mehmet Ali Efendi
• Hayatta olup olmadıkları meçhul olanlar
65. Tümen’de Süvari Mülâzım-ı Evvel Şükrü, 10.Tümen’de Garnizon Kâtibi Halil, Bornova Askerlik Şubesi’nde Yüzbaş Mehmet Nuri,
İdare-i Örfiye Azasından Binbaşı Hulusi, Tayyare bölüklerinde
Mülâzım-ı Evvel Osman, Mülâzım-ı Evvel ihsan, Mülâzım-ı Sani
İbrahim Hakkı, Küçük Hayri Efendi, 56. Topçu Alayı Birinci Tabur
Kumandanı Binbaşı Aziz, 56. Topçu Alayı Birinci Bölük Yüzbaşısı
Hasan Fehmi, 6. Topçu Alayı İkinci Bölük Mülâzım-ı Evveli Sururi, 56.
Alay’da Mülâzım-ı Sani Hayri, Mülâzım-ı Evvel Edhem ve Halit,
Sevkiyat Zabitanından Mülâzım-ı Sani Şükrü, Mülâzım-ı Sani Halim,
Zâbit Vekili Ali Yaver Mülâzım-ı Sani Murtaza, Mülâzım-ı Sani Kemal,
İmam İbrahim Hakkı, Cebel-i Obüs Taburu Kumandanı Binbaşı
Mahmut Nedim, Dördüncü Bölük’ten Yüzbaşı Seyid Ali, Beşinci Bölük’ten Yüzbaşı Celal, Mülâzım-ı Evvel Tevfik, Mülâzım-ı Sani Aziz Efendi, Sevkiyat Zabitanı Mülâzım-ı Evvel Galip Efendi.
İzmir’de 17. Kolordu Kumandanı Mirliva Ali Nadir Paşa’nın raporundan
işgal Günü Şehitleri
Yunan ordusu İzmir’e ayak bastığı gün, savaş zamanı bile yapılmayacak bir zalimlik sergiledi. Silahsızlandırılmış ve esir alınmış Osmanlı subaylarına süngü ve ateşli silahla saldırıldı, sadece subay rütbesinden 9 şehit, 21 yaralı ve 27 kayıp vardı ve cinayetler, itilaf Devletleri yetkililerin gözleri önünde gerçekleştirilmişti.
İşgalin ilk kırk sekiz saatinde şehirde sergilenen yağma ve katliamı soruşturmakla görevli Müttefiklerarası Tahkik Heyeti’ne göre 400’e yakın Türk öldürülmüş veya yaralanmıştı. Türk tarafi ise bu sayının 20000’in çok üzerinde olduğunu belgelemişti.
İzmir’in üç buçuk yıl sürecek işgali, bu katliamlarla başlamıştı.
Sarı Kışla’dan esir alınan subayların “Zito (Yaşasın) Venizelos!” diye bağırmaları istenmiş, Askerlik Dairesi Başkanı Albay Süleyman Fethi Bey, bunu reddetmesi üzerine hemen kışla önünde süngülenerek ağır biçimde yaralanmış, Millet Hastanesi’nde birkaç gün sonra can vermişti.
Kaymakam Şükrü Bey
Kolordu Baştabibi olan Kaymakam Şükrü Bey, ”Zito Venizelos!” diye bağırmayı kabul etmeyen subaylardan biriydi. Karşı koyunca üzerine ateş edilmiş, yere düşünce süngülenerek denize atılmıştı. Cesedi bulunamamıştı.
Gazeteci Hasan Tahsin Bey
İzmir’de Hukuk-u Beşer gazetesini çıkartan Hasan Tahsin, 15 Mayıs 1919 tarihinde Yunan işgal güçlerince ilk şehit edilen Türklerden biri oldu. Cesedi Kordon’da parça parça edilmiş halde bulunmuştu.
Milli Mücadele’ye Doğru İlk Adım
Mondros Mütarekesi’nin ardından payitaht İstanbul’a dönen Mustafa Kemal Paşa, kısa süre içerisinde İstanbul’da kurtuluş ümidinin olmadığını anlamıştı. 9. Ordu müfettişliğine atanmış olması Anadolu’ya geçmenin yollarını arayan Mustafa Kemal Paşa için büyük fırsattı.
İzmir’in işgal edildiğine dair gelen haberler ertesi gün silah arkadaşlarıyla birlikte çıkacağı yolculuğu daha da anlamlı hale getirmişti. 16 Mayıs 1919 günü Bandırma vapuruyla başlayan bu yolculuk 19 Mayıs 1919’da Samsun’a ayak basılmasıyla sonuçlandı. Ancak asıl yolculuk bundan sonra başlayacaktı.
Kurtuluş mücadelesinin zamanı gelmişti.
Fatih Mitingi
ilk açık hava mitingı Türk Ocağı tatafından 19 Mayıs 1919’da Fatih’te yapıldı, konuşmacılar belediye binasının balkonundan hitap etti. Kalabalıkta çoğu genç olan siyah çarşaflı kadınlar, asker ve zabitler, beyaz sarıklı ve kırmızı fesli erkekler vardı.
Halide Edip “Gece en karanlık ve ebedi göründüğü zaman, gün ışığa en yakındır. Her gecenin bir sabahı vardır” diye seslenirken iki İngiliz uçağı alçak uçuşla toplanan kalabalığı taciz ediyordu.
Siyah Tüllere Sarılmış Bayraklar
“Sokaklara dizilen toplar, yolları tutmak isteyen süngülü müfrezeler, kusur arayan polisler bizi korkutmuyordu. Onlara nefret dolu gözlerle bakıyor, bir sel halinde Sultanahmet Meydanı’na akıyorduk. Yol boyu minarelerde, binalarda siyah tüllere sarılmış bayraklar sallanıyordu. Sanki gökte ay yıldızdan bir duvar örülmüş gibiydi. Meydanın ortasında yine siyah tüllü bayraklarla sarılmış bir kürsü duruyordu. Etrafinda ilk safları genç kızlardan oluşan üniversitelisi, tıbbiyelisi, liselisinden örülmüş çelikten kale gibi duruyorduk. Beyaz saçlı nineler, gözü yaşlı analar, çocuklarını omuzlayan tazecikler, evet bütün bir millet orada hazırdı.”
23 Mayıs 1919 mitingini düzenleyen derneklerden Asri Kadınlar Cemiyeti üyesi
Sabahat Filmer
İzmir’den Sonra İstanbul’un da İşgali Konuşuluyor
İitilaf Devletleri’nin denetimi altındaki İstanbul’da son miting, Osmanlı hükümetinin yasaklamalarına rağmen 13 Ocak 1920 günü düzenlendi.
Diğer mitinglerde İzmir’in işgali protesto edilirken, Paris Konferansı’nda İstanbul’un da işgal edileceği ve başkent olarak kalmayacağının konuşulması üzerine, yine Sultanahmet’te düzenlenen mitingde yaklaşık 150 bin kişi toplanmıştı.
Mitingde tek kadın konuşmacı Muallimler Cemiyeti Başkanı sıfatıyla Nakiye (Elgün) Hanım olmuştu. Nakiye Hanım soğuk kış günü, Sultanahmet Meydanı’nda çoğu öğrenci olan topluluğa şöyle haykırıyordu:
“Önümüzde açık iki yol var: Biri, tarihimize şanımızla devam etmek; diğeri, gözlerimizle beraber tarihimizi de kapayıp ebediyete götürmektir. Bir üçüncü yol yok!”
Nakiye Hanım’ın Türk kadınının, erkeği gibi vatanını kurtarmak için mücadeleye hazır olduğunu vurgulayan konuşması Türk ve dünya kamuoyunda büyük yankı uyandırmıştı.
İşgale Karşı Protesto Mitingleri
15 Mayıs 1919’da Yunanistan’ın itilaf Devletleri himayesi altında gerçekleştirdiği işgal bir yana, işgalin ilk gününde İzmir’de işlenen cinayetler İstanbul’da infial yarattı, halkı sokaklara döktü. İzmir’in işgaline karşı ilk toplantılar ve geniş halk kitlelerinin katıldığı büyük mitingler İstanbul’da düzenlendi.
Aydınlar, toplum önderleri, öğretmenler, din adamları işgalin hemen ertesinde sivil toplumun örgütlenmesine önayak oldular, hem ülke içinde hem uluslararası alanda kamuoyu yaratmaya çalıştılar. Bir pasif direniş hareketi olarak yürütülen toplantı ve mitingler birçok kentte tekrarlandı; bu eylemler işgale tepki gösteren halkın tek yürek olarak birleşmesinde ve milli mücadeleye yönlendirilmesinde etkili oldu.
Osmanlı yaşantısında ilk kez bu mitinglerde kadın konuşmacılar erkeklerle birlikte söz aldı ve kalabalıklara seslendi, miting alanında genç yaşlı birçok kadın, erkeklerin yanında yer aldı.
23 Mayıs 1919 Sultanahmet Mitingi İçin Dağıtılan Davetiye
Fatih, Üsküdar ve Kadıköy mitinglerini gölgede bırakacak bir miting hazırlanıyor, Sultanahmet Meydanı’nı boş bırakmamaya gayret ediliyordu. 200 000 kişinin katıldığı tahmin edilen ve Kurtuluş Savaşı döneminin en büyüğü olarak tarihe geçen bu mitinge halk dağıtılan el ilanlarıyla davet edilmişti. Çok sayıda öğrenci mitingin düzenlenmesine katılmakla kalmamış, bildiriler dağıtarak halkı direnmeye çağırmıştı.
Miting için hazırlanan el ilanının metni şöyleydi:
“Müslüman!
Yedi asırlık bir saltanın taksim olunduğunu görüyorsun! Şu hicranlı günlerimizde birleşmeye, anlaşmaya her hususta ihtiyacın var. İşini gücünü bırak; Cuma namazından sonra Sultanahmet’teki içtimaya koş; kadın, erkek, çoluk çocuk, orada bulun!”
Gazeteler de katılımı artırmak için mitingi ön sayfadan duyurarak halkı davet ediyordu. Sabah gazetesinin 23 Mayıs günkü çağrısı şu şekildeydi;
“Bugün Sultanahmet Meydanı’nda muhtelif siyasi fırka ve cemiyetler tarafından Cuma namazından sonra muazzam bir miting tertip edilecektir. Memleketimizin geçirdiği bu buhranlı devrede milli haklarını müdafaaya kararlı bir Türk milletinin mevcut olduğunu ve hakkından feragat etmeyeceğini bütün âleme gösterecek olan bu muazzam milli tezahürata bugün İstanbul halkının iştirak edeceğine şüphe duymuyoruz.”
23 Mayıs 1919 Büyük Sultanahmet Mitingi
23 Mayıs 1919 tarihinde katılım bakımından İstanbul mitinglerinin en büyüğü olan Sultanahmet Mitingi düzenlendi. Mahşeri kalabalık Ayasofya’ya kadar her yeri doldurmuştu. Kamuoyuna işgalci devletlerin haktan yana tavır almaları mesajı iletiliyordu; Halide Edip Hanımın “milletler dostumuz, hükümetler düşmanımızdır” sözü bu yaklaşımı dile getiriyordu.
Mitinglerle halkın tepkisinin gerek İstanbul’da gerekse Anadolu’da artması, işgal kuvvetlerini endişelendirmiş, hükümete yaptıkları uyarılar sonucunda, yapılması planlanan iki miting yasaklanmıştı.
Bir sonraki miting, işgalcilerden çekinen hükümetin açık havada toplanılmasına izin vermemesi üzerine Sultanahmet Camisi içinde, “İzmir şehitlerinin mukaddes ruhlarına Fatihalar okuma” bahanesiyle itilaf devletlerinin gözü önünde büyük bir katılımla yapıldı.
Toplantının sonunda itilaf Devletleri temsilcilerine iletmek üzere hazırlanan muhtırada;
Mütarekenin 7.maddesine dayanarak İzmir ve Ayvalık’ta asayişi sağlamakla görevlendirilmiş Yunan işgal kuvvetlerinin tecavüz, yağma ve yangın gibi cinayetlerle işgal altına düşmüş bütün sahaları harabeye çevirdiği ve binlerce ailenin ölüm ve yangın önünde göçe sebebiyet verdiğini dikkate alarak taahhüt ettiği görevini hainane bir surette uygulamış olan bu kuvvetin bütün işgal sahalarından çıkarılması, kararlaştırıldı.
Mitinglerin Büyük Hatibi Halide Edip (Adıvar)
İstanbul Halkına Kurtuluş İçin Yemin Ettirirken
“Milletim istiklalini elde edeceği güne kadar savaşacağım.”
“iki yüz bin kişinin ağzından çıkan bu yeminin gür, canlı uğultusu halk arasında dalga dalga yayılıyor, insan başlarının üstünden kenar mahallelere ulaşıyor. Bu, millî bağımsızlığı için savaşa azmetmiş bir milletin heyecanıydı. Artık tereddütler, korkular dağılmıştı. Bu, bir savaş hazırlığı idi.”
Bir Milli Matem
Sultanahmet Meydanı’nda 23 Mayıs 1919’da düzenlenen protesto mitingi, düzenlenen en kalabalık miting olmuştu.
Kurtuluş Savaşı döneminin en önemli olaylarından biri olarak tarihe geçen bu mitinge 200 bin kişinin katıldıği tahmin edilir. Bu sayı İstanbul nüfusunun beşte birini oluşturuyordu. İstanbulluların miting alanına koşmasını ne şehri denetim altında tutan işgal güçleri, ne de limanlarda toplarının ucunu İstanbul’a çeviren donanmaları engelleyebilmişti. Mitingin yapıldığı saatlerde İstanbul’un diğer semtlerinde sokaklar adeta boşalmıştı.
Hitap kürsüsünün önüne siyah bir çerçeve içine ‘Wilson Prensibi 12. Madde” yazılmıştı. Bu, ABD Başkanı Wilson’ın barış antlaşmasıyla ilgili görüşleri arasındaki Osmanlı İmparatorluğu hakkındaki maddeydi:
“Bugünkü Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Türk kesimlerine güvenli bir egemenlik tanınmalı, Türk yönetimindeki öbür uluslara da her türlü kuşkudan uzak yaşam güvenliğiyle özerk gelişmeleri için tam bir özgürlük sağlanmalıdır.”
Ülke aydını, bağımsız bir devlet olarak kalabilmek için bu maddeye büyük önem atfediyordu. Katılanlar arasında genç kızlar da vardı, orta ve ileri yaşta kadınlar da. Toplumsal yaşamda henüz pek az bir sorumluluk üstlenmiş kadınların böyle kitlesel bir eylemde yer almalarına ilk kez şahit olunuyordu. Ülkenin emperyalist işgal altında olmasına duyulan öfke İstanbul halkını kadın erkek, genç yaşlı bir araya getirmişti.
Tarihin Kaydettiği Gün
Sultanahmet’te düzenlenen prötesto mitinginde Mehmet Emin (Yurdakul), Halide Edip (Adıvar), Hamdullah Suphi (Tanrıöver), Rıza Nur, Selim Sırrı (Tarcan), İsmail Hakkı (Baltacıoğlu), Fahrettin Hayri, Kemal Mithat, Şükûfe Nihal (Başar) gibi aydınlar bulunmuştu.
Darülfünunun (İstanbul Üniversitesi) talebe ve hocaları ön plandaydı.
Kürsüye çıkanlar halkı işgallere karşı birlik olmaya çağıran konuşmalar yaparken Batı dünyası, medeniyet iddialarıyla uyuşmayan bir adaletsizlikle suçlanıyordu.
Elliyi aşkın derneğin, siyasi partilerin ve okulların seferber olduğu mitingi Hadisat Gazetesi “Tarihin Kaydettiği Gün” başlığıyla vermişti:
“Sultanahmet caddelerinde bir insan seli görülüyordu. Her Müslüman dükkânını kapatmış, Türk’ün hakkını gasp etmek isteyenlere bağırmak için gidiyordu. Toplananların adedi binlerle, yüz binlerle kıyas edilemez. Çünkü bütün İstanbul’un, kadın erkek, büyük küçük, bütün Müslüman ve Türk sâkinesi, Sultanahmet ve Sultanahmet’e giden caddelerde idi.”
İşgalleri ve Ardından Yaşanan Zulmü Dünyaya Duyurmak
Düzenlenen mitingler, Osmanlı insanı için yeni bir deneyimdi. İstanbul ve Anadolu halkının büyük bir kısmının okuryazar olmadığı, gazetelere ve görüşlere kolay ulaşılamadığı düşünüldüğünde dönemin aydınlarınca düzenlenen bu mitinglerin değeri anlaşılacaktır. Mitingler, uğranılan haksızlıklar karşısında fikir birliği sağlanmasında, oluşan bu fikir birliğini harekete geçirmekte ve daha sonra Milli Mücadele’ye insanların katılımını sağlamada ortak bir ruhun ve heyecanın oluşturulmasında önemli rol oynamıştı.
İngiliz Deniz Yarbayı Harry Luke’un Yunan İlerleyişiyle İlgili Raporundan
“Yunan işgal bölgesi, Yüksek Konsey’in direktifleri üzerine, Selçuk’un kuzeyinde bulunan İzmir sancağının bir bölümünü ve Aydın ilinde olmayan Ayvalık’ı kapsıyordu. Yunanların bu bölge dışına çıkmamaları emredilmişti. İnisiyatif kullanarak Aydın ilinin tümünü işgal edebileceklerini iddia eden Yunanlar ise, direktifleri dikkate almamışlardı. Çünkü onların amacı, sonuçta, tüm Aydın ilini işgal etmekti.
19 Haziran’da Yunan askerleri, Nazilli’yi boşaltarak Aydın’a çekilmeye başlamıştı. 28 Haziran’da Türk milis gücü Aydın’a saldırmış ve kentin Türkleriyle işbirliği yaparak Yunanları geri çekilmeye zorlamıştı. Bu arada, Türk milis gücünün lideri Yörük Ali, Teğmen Hodder adlı bir İngiliz subay aracılığıyla Yunanlara şu mesajı göndermişti: ‘Yunan ordusu bölgeyi tümüyle boşaltırsa, Hıristiyanların güvenliğini garanti edebilirim.’ Ancak Yunanlar, Aydın’ı boşaltmadan önce Türk mahallelerini ateşe vermiş; yanmakta olan evlerin kimilerinin önüne makineli tüfekler yerleştirmişlerdi. Amaçları, evlerden kaçmaya çalışan Türkleri öldürmekti. Bu olay sırasında 2.000 kadar Türk’ün yaşamını yitirmiş olduğu tahmin edilmektedir.
Bence, Yunan işgali derhal sona ermeli… Yunanlar gelmeden önce Türklerle Rumlar, Aydın ilinde yan yana dostça yaşıyordu. Türklere karşı nefret besleyen Yunanlar, bölgede barışı kurmaya ehliyetli değildir. Aydın ili ile Batı Anadolu’nun nüfusu çoğunlukla Türk’tür. Yunanistan’ın, geniş kapsamlı herhangi bir Türk bölgesini yönetmeye kalkışması ona çok pahalıya mal olacaktır. Özünde Türk olan bu ülkeye Yunan yönetimini dayatmak, kan dökülmesine yol açacaktır. Akhisar’daki milis gücü komutanı Ethem Bey’in bana söylemiş olduğuna göre, Türk halkı son ferdine kadar Yunan yönetimine karşı savaşacaktır. Gerçekten de halk arasında Türk milliyetçiliği şaha kalkmıştır.”
Haçlı Seferi’ne Dönüşen Yunan İşgali
“Yunan İşgali ‘mâdeni bir görevin yerine getirilmesinden uzaktır ve kısa sürede bir Fetih Seferi görünümünü almıştır.”
Müttefiklerarası Tahkik Heyeti
İzmir’in işgal edilmesinden sonraki İki hafta içerisinde Osmanlı Hükümeti; Yunan zulümlerini incelemek üzere bir heyet kurulması için Başkan Wilson’a başvurdu. Hükümet, incelemenin Paris Barış Konferansı’nın sorumluluğu altında gerçekleştirilmesini rica ediyordu. Böylelikle 21 Temmuz 1919’da heyetin oluşturulmasına karar verildi.
15 Mayıs-20 Temmuz 1919 tarihleri arasında meydana gelen öldürme, yaralama, gasp, yağma ve yakma olaylarını inceleyecek heyetin başına Amerikan Yüksek Komiseri Mark Lambert Bristol getirildi. Heyette İngiltere, Fransa ve İtalya delegelerinin yanı sıra bir Yunan ve bir Türk de gözlemci sıfatıyla yer alacaktı.
12 Ağustos-15 Ekim tarihleri arasında 46 kez bir araya gelen Müttefiklerarası Tahkik Heyeti, başta İzmir olmak üzere Menemen, Manisa, Aydın, Nazilli, Ödemiş, Ayvalık ile İtalyanların bölgesindeki Çine ve civarında incelemelerde bulunarak toplam 175 tanığın ifadesini aldı. İfade verenler arasında Türkler, Yunanlar, Ermeniler, Yahudilerin yanı sıra Amerikalılar, İngiliz, Fransız ve İtalyanlar da vardı.
İncelemelerini tamamlayan heyet, Yunanların ülkeye barış getirmediği ve işgalin Yunanlarca devam ettirilmesinin mümkün olamayacağı konusunda ikna olmuştu. Eğer bu ülkenin askeri olarak işgalinin tek sebebi güvenlik ve halkın selameti ise, bu işgal Yunan ordusuna değil, Anadolu’daki Yüksek Müttefik Komutanı emrindeki Müttefik alaylarına emanet edilmeliydi.
Heyet raporunu 7 Kasım 1919’da Paris Barış Konferansı’na sunsa da İngiltere Başbakanı Lloyd George raporun yayımlanmasına izin vermedi. Böylece Yunan zulümleriyle ilgili gerçekler kamuoyundan gizlendi. Venizelos’u uyarmakla yetinen Müttefikler, raporlara rağmen Yunan işgaline “dur” dememiş, sadece “geçici” olduğunu hatırlatmakla yetinmişti.
Yunan Zulmünün Resmi Makamlarca Belgelenmesi
Yunan askeri kuvvetlerinin İzmir’i işgaliyle başlayan Batı Anadolu’daki ilerleyişleri gerek ordunun gerekse yerli Rum çetelerinin eliyle gerçekleştirilen sayısız katliam, yaralama, yağma ve yakma olaylarına sahne oluyordu. Yunan işgalinin Menderes ve Gediz Vadisi boyunca genişlediği günlerde işgal bölgelerinden Osmanlı resmi makamlarına gönderilen raporlar ve yazışmalar yaşananların belgelenmesi ve kamuoyuna duyurulması açısından büyük önem taşıyordu. Yunanlıların olanca engelleme çabalarına rağmen işgal altındaki yerlerden iletilen tüm bu bilgiler döneminde yayına hazırlanarak, Türkçe ve Fransızca kitapçıklar halinde Harbiye ve Dahiliye Nezaretleri tarafından bastırılmış böylelikle meydana gelen olayların örtbas edilmesinin, gizlenmesinin önüne geçilmeye çalışılmıştı. Söz konusu bilgilerin bir araya getirilmesiyle oluşturulan ayrı bir rapor yaşanan zulümleri incelemek üzere oluşturulan Müttefiklerarası Tahkik Heyeti’ne de sunulmuştu.
Zulüm Devam Ediyor
Venizelos, raporu bir sır gibi saklanan Tahkik Heyeti’nin neden olduğu fırtınayı güçlükle örtbas edebildi. Gelgelelim heyet ayrılır ayrılmaz Yunanlar yeniden zulmetmeye başlamıştı. Köylülerin ürünleri çalınıyor, halk camilerde toplanıp dövülerek yağmalanıyordu. Mustafa Kemal Paşa ‘İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiseri’ne Sivas’tan gönderdiği mektupta Yunanlarca işlenen tüm cürüm ve olayların sorumluluğunun itilaf Devletleri’ne ait olduğunu belirtiyordu.
Kış bastırmış, evleri top ateşine tutulan ahali yakınlardaki köylere sığınmıştı. Dağlara kaçanlar, özellikle kadın ve çocuklar soğuktan donma tehlikesiyle karşı karşıyaydı.
15 Aralık 1919’da Londra’daki bazı Türk dostu İngilizler Yunanların İzmir’i işgal ettikleri günden bu yana 10 bine yakın Müslüman’ın öldürüldüğünü, birçoğunun kaybolduğunu ve 100 binden fazlasının evsiz göçmen durumuna düşürüldüğünü Dışişleri Bakanlığı’na bildiriyordu.
Yunan Zulmünün Batı Kamuoyuna Duyurulması
15 Mayıs 1919 tarihinde İzmir’de başlayan Yunan işgali kısa sürede Batı Anadolu’ya yayıldı. Yunan ordusunun işgal ettiği hemen her yer insanlık dışı olaylara, katliamlara sahne oluyordu. Türk halkını yok etmek ve göçe zorlamak amacıyla yapılan zulümler 1919 yılı boyunca çeşitli resmi rapor ve yazışmaların, yabancı tanıklıkların yer verildiği İngilizce ve Fransızca yayınlar aracılığıyla Batı kamuoyuna duyurulmaya çalışıldı. Yayınları hazırlayan iki önemli cemiyet Lozan Türk Yurdu ve İsviçre’deki Osmanlı Müdâfaa-i Hukuk Cemiyeti’ydi.
Her iki cemiyet de hem birbirlerinin yayınlarından hem de İzmir Müdafaa-i Hukuk-ı Osmaniye Cemiyeti’nin çalışmalarından faydalanıyor ve atıflarda bulunuyordu.
İstanbul’un “Resmen” İşgali
“Bugün, İstanbul’un zorla işgali, 700 yıldır sürmekte olan Osmanlı İmparatorluğu’nun varlığına ve egemenliğine son vermiştir. Bu nedenle bugün Türk ulusu, kendi haklarını, bağımsızlığını ve tüm geleceğini savunmaya zorlanmıştır.”
Mustafa Kemal Paşa
İstanbul’un İtilaf Devletleri tarafindan işgal edilmesi bir dizi olayın sonucunda gerçekleşti. Bunlardan ilki 3 Ekim 1919’da Damat Ferit Paşa’nın ardından kurulan yeni Osmanlı kabinesinin bazı üyelerinin milliyetçi eğilimler içerisinde olmasıydı. Ali Rıza Paşa kabinesi, kurulur kurulmaz 9 Ekim 1919’da yayınladığı bir kararnameyle seçimlerin yapılacağını açıklamış ve yeni kurulan Meclis-i Mebusan 28 Ocak’ta “Misak-ı Milli” yani “Ulusal And”ı oy birliğiyle kabul etmişti. İtilaf Devletleri kukla olacak bir meclis beklerken bağımsızlık için savaşan bir meclis kurulmuş; Milli Mücadele hareketi, Sevr şartlarını hazırlamakta olan Müttefiklere meydan okuyarak kendi şartlarını ortaya koymuştu. Üstelik bunu onların gözleri önünde, İstanbul’da yapmıştı.
Müttefikleri kızdıran bir diğer olay da, Kuva-yı Milliye safindaki Türklerin Gelibolu-Akbaş mevkiindeki Fransız askerleri tarafından korunan silah deposunu basarak içinde ne varsa kayık ve motorlarla kaçırmasıydı. Olay yine o civarda bulunan Müttefik kuvvetlerinin gözleri önünde meydana gelmişti.
Millî Mücadele’nin etkisinin ve gücünün her geçen gün biraz daha artmasının Osmanlı’ya dayatılacak antlaşmanın uygulanmasını imkânsız hale getireceği ortadaydı. İngilizlere göre Ankara’daki Mustafa Kemal’i ve Anadolu’daki Milli hareketi yıkmak için İstanbul’a hâkim olmak gerekiyordu. Böylelikle Müttefikler, İstanbul’un 16 Mart 1920 sabahı işgal edilmesine karar verdi.
Kuva-yı Milliye’den Korkan İngilizler
Boğazları koruyacak tampon bölgeler oluşturmak için İngiltere’nin
İzmit bölgesini denetim altında tutması gerekiyordu. Nitekim 1920 yılının Şubat ayından itibaren 300 kadar İngiliz askeri bölgede faaliyet halindeydi: 14 Haziran’ı 15 Haziran’a bağlayan gece Ali Fuat Paşa komutasındaki Kuva-yı Milliye birlikleri ilk kez doğrudan İngilizlere meydan okuyarak İzmit’te konuşlanmış bir müfrezeye saldırdı.
Türk saldırısı her ne kadar geçici karakterde de olsa çatışma, İngilizlerin kendilerini askeri açıdan zayıf hissetmelerine neden oldu. Üstelik Kuva-yı Milliye, İngilizlerin telkiniyle Damat Ferit hükümetinin kurduğu Kuva-yı İnzibatiye güçlerini de bertaraf ederek dağıttı.
Yaşanan olaylar sonucunda İngiltere, bölgedeki güvenliğini sağlamak için Yunan kuvvetlerinin kullanılmasını uygun gördü. Böylelikle İtilaf Devletleri 22 Haziran 1920’de Yunan işgal Kuvvetleri’ne ilerleme izni verdi.
İngilizler Kemalist oldukları gerekçesiyle, uydurma suçlar yakıştırarak çok sayıda Türk’ü işgalleri altındaki İzmit’teki tersanenin yüksek duvarlı bahçesinde kurşuna dizmişti.
“Tedhiş (terör) siyasetlerinde halkı korkutmak için çeşitli bahanelerle idama mahkûm ettikleri kimseleri kurşuna dizmek üzere tersane bahçesine kamyonla getirerek, bu durumu göstermek için tellal vasıtasıyla dükkânları kapattırıp hükmün infaz edileceği yere davet ederek masum vatandaşın uydurma suçunu Ermeni tercümana okutturduktan sonra kurşuna dizerlerdi.”
İzmit’te yayınlanan Türk Yolu gazetesinin sahibi ve başyazarı Rıfat Yüce
İngilizler Marmara’nın Güney Sahillerini İşgal Ediyor
Yunan birliklerinin Bursa’ya doğru ilerleyişini desteklemek üzere İngiliz donanması Mudanya Bandırma’ya asker çıkarmaya başladı. 6 Temmuz 1920’de Mudanya ile birlikte Gemlik de işgal edildi. Yunan ordusunun ilerlemesiyle birlikte İngilizler bölgeyi Yunanlara terk ederek boşaltmaya başladılar.
“İngiliz filosunun bu bunalımlı dönemde Mudanya’da bulunması ve sizin buyruğunuzla kentin işgal edilmiş olması bizi çok üzüyor, çünkü siz Yunan barbarlığını kolaylaştırıyorsunuz.”
56. Tümen Komutanı Bekir Sami Bey’den Mudanya’daki İngiliz filosu komutanı
Amiral Sir John de Robeck’e.
Milne Hattı
Mondros Ateşkes Antlaşması’nın imzalanmasının ardından antlaşma hükümlerini uygulama görevi İngiliz General Milne’ye verilmişti. Milne, başlangıçta İzmir’in Yunanistan tarafindan işgal edilmesinin Türkleri ayaklandıracağı ve bunun itilaf Devletleri’nin çıkarlarına aykırı olacağı gerekçesiyle işgale karşı çıkmıştı. Paris Barış Konferansı sürerken benzer endişelerini dile getirerek Yunan işgalinin kuzeyde Ayvalık, doğuda Manisa, güneyde Aydın’la sınırlandırılmasını istedi. 2 Ağustos 1919 günü Türk-Yunan birlikleri arasında silahtan arındırılmış üç kilometrelik bir bölge oluşturulması kararlaştırıldı ve 7 Ekim’de çizilecek hatla ilgili fikir birliği sağlandı. Generalin adıyla anılan hat ne Türkleri, ne Yunanları ne de İtalyanları memnun etmişti. Türklere göre bu hat Yunan işgalini kolaylaştırmak üzere zaman kazanmak için belirlenmişti. İtalyanlar, Yunanistan’a hakkı olmayan toprakların verildiğini düşünüyordu. Yunanlar ise bu hattın “Büyük Yunanistan”ı küçülttüğünü ileri sürmekteydi. Başlangıçta itilaf Devletleri’nin baskısıyla Yunan işgali Milne Hattı’yla sınırlı kalsa da 22 Haziran 1920 günü Yunan birlikleri bu hattı aşarak Batı Anadolu’daki ilerleyişini genişletecekti.
Yunanların İleri Harekât Hayalleri Gerçekleşiyor
Nihayet uzun zamandır bekledikleri ilerleme emrini alan Yunan birlikleri 22 Haziran 1920’de Milne Hattı’ndan taarruza geçti. Anadolu’daki Yunan askeri kuvvetleri altı tümenden oluşuyordu. Tümenlerden üçü, ‘iki koldan Akhisar-Soma yönüne, ikisi Salihli yönüne, bir tümen de Aydın Cephesi’ne saldırdı. Yunanların taarruz plânı, Türk birliklerini doğuya püskürtmek ve İzmir bölgesinin emniyetini sağladıktan sonra Balıkesir üzerinden Marmara kıyılarına ulaşmaktı.
30 Haziran’da Balıkesir işgal edildi. Niyetleri bir an evvel Bursa’yı işgal ederek orduyu yeniden örgütledikten sonra Eskişehir ve Afyonkarahisar’a doğru ilerlemekti.
“Türklerin kutsal şehri” ilk girenlerden olmak için İzmir’den yola çıkan Venizelos’un oğlu Teğmen Sofoklis’in Osman Gazi’nin türbesine dayanarak fotoğraf çektirmesi ve bu fotoğrafi Avrupa basınına göndermesi Türk kamuoyunda infial yaratmıştı.
Yunan ordusunun Uşak’ı işgal ederek ilerleme ihtimali karşısında, 12. Kolordu tarafindan Dumlupınar — Uşak arasındaki kemer, köprü, tünel gibi yerlerin tahrip edilmesine karar verilmişti. Uşak istasyonunun doğusundaki köprüyü tahrip etmekle görevli istihkâm teğmeni dinamitleri vaktinden önce ateşlemiş ve patlama tren geçerken gerçekleşmişti.
“Payitaht-ı kadim” Bursa Yunan Ordusunun Ayakları Altında
Yunan birlikleri 8 Temmuz’da Bursa’ya üç saat süren bir çatışmadan sonra girebildi; Yaklaşık 20 bin Yunan askerinin üstün silahlarla giriştiği bu taarruza sayıları iki bin beş yüzün altındaki moralleri pek de yerinde olmayan 56.Tümen’in birlikleri karşı koymuştu.
Yunan ordusundan Nikos Vasilikos notlarında o gün için şunları yazıyordu:
“Türkler tamamen hayal kırıklığına uğramış görünüyor. Sultan Osman ve Orhan’ın kemiklerinin yattığı şehrin işgal edilmesi,
Osmanlıların kaderci karakterini çok etkiledi. Bir zamanların parlak imparatorluğunun yok oluşuna üzülerek tanık oluyorlar. Osmanlı’nın ikinci başkentinde Yunan askerini görünce gözyaşlarını siliyorlar.”
Bursa’nın kaybedilişi 10 Temmuz 1920’de TBMM’de gündeme geldi. Otuz bir mebus tarafından sunulan bir önergeyle başkanlık kürsüsünün üzerinin kara bir örtüyle kapatılması teklif edildi ve bu örtü işgal sona erene dek orada kaldı.
Uşak Cephesine Taarruz
1 Ağustos 1920 tarihinde Uşak’a gelen Mustafa Kemal Paşa, gönüllü ve düzenli birlikler tarafından büyük bir ilgiyle karşılanmış, teftiş sonucunda kuvvetlerin görevlerini yerine getirebilecek düzeyde olmadıklarını görerek uyarılarda bulunmuştu. Nitekim 27 Ağustos’ta Alaşehir’den Uşak yönüne doğru taarruza geçen Yunan birlikleriyle bir gün süren çarpışmalardan sonra Türk birlikleri geri çekilmek zorunda kalmış, 29 Ağustos’ta Uşak Yunanlar tarafindan işgal edilmişti.
Yırtılan Harita:
Yunan halkı “Büyük Yunanistan”a “hayır” diyor!
Venizelos’un partisinin Yunanistan’daki Kasım 1920 seçimleri öncesindeki en büyük propaganda aracı, Londra’da basılan ve “iki kıta ile beş deniz”de hüküm süren Büyük Yunanistan’ı gösteren haritaydı.
Venizelos ve arkadaşlarının kaybettiği bu seçimlerde rakipleri Halk Partisi, Anadolu’daki savaşa son vererek “Çocuklarınızı geri getireceğiz!” sloganını kullanıyordu. Muhalif adaylardan Kumunduros ise halkın önünde Büyük Yunanistan haritasını yırtarak ilgi toplamaya çalışıyordu.
Venizelos karşıtları ne yazık ki iktidara gelir gelmez kendilerine oy veren halkın beklentileriyle ters düşerek Yunanistan’ın Anadolu Harekâtı’na devam etmesine karar verdi. Referandumla tahtına geri dönen Kral Konstantin 5 Ocak 1921 tarihinde açılan yeni Yunan parlamentosunda yaptığı konuşmasında itilaf Devletleri’nin emrinde olduğunu belirtmiş ve tek amacının Büyük Yunanistan’ı yeniden inşa etmek olduğunu dile getirmişti.
Ne var ki Venizelos yanlıları ile Kralcılar arasındaki sürüp giden hizipleşme Yunan Devleti ve halkını ikiye bölecek ve savaşın en kritik döneminde ülkeyi tehlikeli ölçüde zayıflatacaktı. Kralın dönmesinden hoşnut olmayan Müttefikler kurulan yeni hükümete Venizelos’a verdikleri desteği vermekten kaçınacaktı.
Bir Ütopya: “Megali İdea”
1844 — 1922 yılları arasında resmi Yunan ideolojisine hâkim olan ve geçmişi 18. yüzyıla dek uzanan “Megali İdea”yı ilk kez ifade eden politikacı İoannis Kolletis bu fikri 14 Ocak 1844 tarihindeki Millet Meclisi’nde şöyle dile getirmişti:
*Yunan Krallığı Yunanistan değildir; Yunanistan’ın sadece bir parçasıdır. en zayıf parçası… Yunan, sadece krallık sınırları dahilinde yaşayan değildir; aynı zamanda İyonya, Selanik, Serez, Edirne,
İstanbul, Trabzon, Girit, Sisam veya Yunan tarihine ya da Yunan ırkına ait herhangi başka bir bölgede yaşayan kişidir… Helenizm’in iki büyük merkezi vardır. Atina, Krallığın başkentidir. İstanbul büyük başkenttir; tüm Yunanlıların şehri, hayali, ümidi…”
*Büyük Ülkü” anlamına gelen Megali İdea’nın adımları çoktan atılmış. hedefleri birer birer yerine getirilmişti. Bağımsız bir Yunan devleti kurulmuş, Yedi Adalar, Teselya, Epir, Makedonya ve Trakya’nın bir bölümü. Girit ve Ege Adaları ele geçirilmişti. Yunanistan’ın ihtiraslarının büyüklüğü ve bunları gerçekleştirebilmek için gerekli olan kaynakların azlığı dış desteğin varlığını zorunlu kılıyordu. Her türlü fırsatı iyi değerlendiren Venizelos Birinci Dünya Savaşı öncesinin Megali İdeaisını savaşın ertesinde romantik bir söylemden çıkanp gerçekleşebilir hale getirmek üzere gerekli adımları atmıştı. Ne var ki başta İngilizler olmak üzere diğer müttefiklerin desteğini alarak başlattığı Anadolu Harekâtı, ülkesi için acı bir yenilgiyle sonuçlanacaktı.
”Zito Konstantin!”: Yunan Kralının İzmir’e Gelişi
Yunanistan Başbakanı Venizelos’un 14 Kasım 1920 seçimlerini kaybetmesi herkesi şaşkına çevirdi. Yapılan referandumla sürgündeki Kral Konstantin geri döndü ve tekrar tahtına oturdu. Kurulan yeni hükümet, Yunan ordusunun Ankara’ya ilerlemesine ve Kral’ın harekâtın başına geçmesine karar verdi. Kralın varlığıyla Türk zaferleriyle umutları sarsılan Yunan ordusuna moral verileceği düşünülüyordu.
Kral Konstantin, 11 Haziran 1921 tarihinde Limnos gemisiyle İzmir’e ulaştı. Yola çıkış tarihi olarak 11 Haziran’ın, yani Yunanistan’ın o yıllarda kullandığı Jülyen takvimine göre 29 Mayıs’ın belirlenmesi tesadüf değildi; zira 1453 yılında İstanbul, Türkler tarafindan bu tarihte fethedilmişti.
Savaş filosunun eşlik ettiği kralın gemisinde, veliaht Georgios, diğer prensler Nikolaos ve Andreas ile Başbakan Gunaris ve Savunma Bakanı Nikolaos Theotokis, Genelkurmay Başkanı Dusmanis de bulunuyordu.
İzmir Rumlarının çoğunluğu Venizelos yanlısı olmasına rağmen kral büyük bir coşkuyla karşılandı. Kırk genç kızın serptiği çiçekler ve gül suları arasında ilerleyen kralı karşılayanlar arasında Yunan Yüksek Komiseri Stergiadis, General Papulas ve Belediye Başkanı Hacı Hasan Paşa da vardı. Kral, İngiliz muhabirlerine “taarruzda başarılı olacaklarından emin olduğunu” bildirmiş, “birliklerinin Kemalist güçleri kıracağına” dair güvence vermişti.
‘Kral Konstantin ve maiyetindekilerin konaklaması için hazırlanan villalar, Karşıyaka’nın Osmanzade mevkiinde yer alıyordu. Kral İzmir’de bulunduğu günlerde sağdaki villada kalmış, villaların bahçe kapılarına kral ve maiyetindekileri gece gündüz koruyacak olan askerlerin nöbet tutabileceği özel bölmeler inşa edilmişti. Kral Konstantin beraberinde muhafızlığını yapmak üzere bir tabur asker getirmişti.
Kral Konstantin Karşıyaka’da
İzmir’deki karşılama töreninin ardından Kral Konstantin ve prensler, kendilerini kalacakları Karşıyaka’ya ulaştıracak olan “Aspis” torpidosuna binerek rıhtım boyunca halkı selamladı. İzmir’de yaşanan coşkulu sahnelerin bir benzeri, Karşıyakalı papazların ve Karşıyaka Belediye Başkanının kralın şerefine konuşma yaptığı sırada da yaşandı. Konstantin ve maiyetindekiler Osmanzade mevkiindeki kendilerine tahsis edilmiş olan birbirinin eşi iki villada misafir edilecekti.
Kralın varlığıyla Karşıyaka kısa zamanda İzmir’in en sık ziyaret edilen yerlerinden biri haline dönüştü. Toplantılar, kralı görmek için gelen hayran kalabalığını memnun edecek şekilde özellikle verandada yapılıyordu.
Fransız Le Temps gazetesine İzmir’den muhabirlik yapan George Tenekides’in ifadesiyle;
‘Cordelio, Yunan dünyasının gözünde daha önce tanımadığı bir ün kazanmıştı. Hanedan mensupları, karargâh ve hükümetin ileri gelenleri burada toplanmaktaydı. Yunan askeri ve siyasi harekâtına verilen tüm hız Yunanistan’ın gerçek başkenti olan Smyrna’nın bu pitoresk banliyösünden yönlendirilmekteydi.”
Nitekim Konstantin gelişinin hemen ertesi günü Karşıyaka’dan yayınladığı bildiride askerlerine şöyle seslenmişti:
“Askerler! Vatanın sesi, bir kez daha beni liderliğe çağırdı. Kralınızın içten selamını kabul edin. Sizinle gurur duyuyorum. Asırlardır Helenlerin nefes aldığı bu topraklarda, ulusal özgürlük savaşında büyük bir kahramanlıkla mücadele ediyorsunuz…”
Kral Konstantin 1921 yılının Temmuz ayında Ankara seferinin başına geçmiş olsa da operasyonun arkasındaki isim Başbakan Gunaris’ten başkası değildi.
1921 yılında, Venizelos yanlısı subayların neredeyse tamamı tasfiye edilmiş, yerlerine kral taraftarı kumandanlar getirilerek Yunan ordusu yeni hükümetin görüşlerine göre yapılandırılmıştı. Gelgelelim yeni komutanlar Anadolu savaşı konusunda öncekilere kıyasla tecrübesizdi. En önemli değişikliklerden biri, istifa eden Başkomutan Paraskevopulos’un yerine Anastasios Papulas’ın(önde solda) Anadolu’daki ordunun başına gönderilmesiydi.
1. Kral, veliaht Georgios ve Prens Nikolaos komutanlarla birlikte Eskişehir’de
2. Kral Konstantin kardeşi Prens Nikolaos ile birlikte cephede
3. Kral Konstantin cephede askerlere madalya verirken
Başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları olmak üzere Milli Mücadele’ye baş koyan kahramanlarımız ve bu uğurda canlarını feda eden şehitlerimiz ile savaşta hayatlarını kaybeden tüm Anadolu halklarının aziz anılarına saygıyla
FOTOĞRAFLAR
Bu sergide çektiğim tüm fotoğrafladan hazırladığım fotoğraf albümünü de aşağıdaki linkten izleyebilirsiniz.
Not: Aşağıdaki fotoğrafları herhangi birine tıklayıp, açılan penceredeki veya klavyeniz üzerindeki ok işaretleri yönünde izleyebilirsiniz.