PETKİMLİ ÇOCUKLARA TENİS DERSLERİ (2000)

Seyfettin Biçici ile ilgili bir anımı yazarken Rahmetli Nusret Karlı’dan bahsetmiştim. Şimdi de Nusret karlı ile ilgili bir başka anımı yazmak istiyorum. Nusret Karlı ile, lojmanlarda oturan Petkimli arkadaşlarımızın çocuklarına, tenis dersleri verdiğimizi yazmıştım. Petkimspor bünyesinde yapılan bu tenis derslerini Nusret Bey üstlenmişti ve beni de yardımcı olarak davet etmişti. Ben de severek kabul etmiştim.
 
Kursların başladığı gün öğrendim ki, dersler haftaiçi mesai saatleri içinde yapılıyormuş. Buna çok şaşırdım ve Nusret Karlı’ya nedenini sorduğumda: “ Tatil saatlerinde Petkim’de çalışanların tenis kortlarını kullanabilmelerine imkan vermek için ve biz Genel Müdürlükten izinliyiz” dedi. Ancak bu durum beni rahatsız etti; hem projede yoğun işlerim vardı, hem de durum zaten etik değil bence. İlk fırsatta Nusret Bey’e mesai saatleri içinde bunu yapamayacağımı ifade ettim. Bunun üzerine, küçük oldukları için bazı çocuklarla uyumsuzluk yaşayan Nusret Bey: O zaman sen çocukların bir kısmını al ve mesaiden sonra ders ver” dedi. Ben kabul ettim ve Nusret Bey’in seçtiği nispeten daha büyük yaşlı güçlü kuvvetli çocuklardan kalanları akşamları Saat 18 civarında tenis kortuna davet ettim.
 
Derslerimizin başında ufaklıklar önce derslere geç gelmeye başladılar. Sonra raketlerini evde unuttuklarını söyleyenler oldu; maksatları derse katılmamaktı tabi ki. Bazen havanın çok sıcak olduğundan şikayet edenler oldu, bazen yorgun olduğunu hissettikleri için kenarda oturmak isteyenler. Ben bütün bu bahanelere hoşgörüyle yaklaşıyordum ve yorgunum diyeni gölgeye gönderiyordum. Raketini evde unuttum diyene, “Bugün sen sadece seyret” diyordum. Tenis kortunun etrafında bir tur dahi atmak istemeyene de “Tabii ki”. Tatıştıklarında birbirinin topunu sağa sola atanlara ceza vermiyor, gidip kendim toplarını getiriyordum. “Öğretmenim neden siz getiriyorsun, o getirsin” diyenlere öyle bir komut veremeyeceğimi, buraya sadece onlara tenis oynamayı öğretmeye geldiğimi anlatıyordum. Birkaç  denemeden  sonra bundan vazgeçtiler. Böylece devam ediyoruz birbirimizi tanımaya, ne yaparlarsa yapsınlar sadece tenis bilgileri vermeye devam ediyordum. Birgün muhtemelen tenis kortlarının bakımından sorumlu bir görevli, ders esnasında yanımıza gelip şöyle dedi: Hocam, siz yokken bunlardan tenis kortuna zarar verenler, tenis netinin üstüne oturanlar oluyor. Dedim ki: Bunları neden bana söylüyorsun? Ben çocukların tüm yaptıklarından sorumlu ebeveynleri değilim. Ben sadece onlara tenis oynamayı öğretiyorum. Bunun üzerine çocuklar hep bir ağızdan bağırdılar: Öğretmenimiz sadece tenis öğretiyor!
 
Bir zaman geldi ki sadece iki küçük kız çocuğuna ders veriyordum; diğerleri gölgede oturup gülüşüyorlardı. O ufaklıklardan biri birgün bana şöyle dedi: Ama öğretmenim, biz burada sıcakta uğraşıyoruz, onlar gölgede oturuyorlar. Ona dedim ki: Bak bir de şöyle düşün. Biz tenis öğreniyoruz ama onlar öğrenmiyorlar. Bu cevap çok hoşuna gitti ve “Biz tenis öğreniyoruz, biz tenis öğreniyoruz” diye söylene söylene çalışmaya devam etti.
 
Bir zaman sonra gölgede oturanlar veya raketi unutanlar eksilmeye başladı. Baktılar ki ben onlara hiç aldırmıyorum ve sadece öğrenmek isteyenlere yardımcı olmaya devam ediyorum, yaptıklarının bir işe yaramadığını anladılar. Ve yavaş yavaş gruba katıldılar. Artık hepsi hevesle çalışıyordu. Hatta öyle oluyordu ki, normalde tenis kortunun çevresine bir tur atıyorduk, onlar “Öğretmenim, bir tur daha koşabilir miyiz?” diyorlardı.
 
Bu şekilde derslerimiz devam etti. Bir gün Petkim‘deki öğle yemeğinde Nusret Bey masama geldi ve şöyle sordu: Nasıl gidiyor dersler? Dedim: ‘İyi, çocuklarla keyifle çalışıyoruz’. Ben de nezaketen sordum: ‘Sizin kurslar nasıl gidiyor?’ Dedi ki: Her gün sayı eksildi, sonunda hiç kimse gelmez oldu. Ben de kursu kapattım. Şaşırdığımı ifade ettim ama sebebini biliyordum. Çünkü hoşgörülü davranmıyordu, her fırsatta çocukları azarlıyordu. Katı disiplin istiyordu. Yanıldığı nokta şuydu: Bu bir tenis takımı değildi ve çocuklar tenis oynamayı öğrenmek için geliyordu. Biz de sadece tenis oynamayı öğretmeliydik.
 
Nusret Bey benim Tenis Öğretmenliği(!) kariyerimde çok önemli bir yer işgal eder. Onun yaptığı, bana göre yanlışları ben hiç yapmadım. Neticede onun yapmadıklarını yapınca, çocuklar önce beni sevdiler, sonra tenisi sevdiler, sonra da tenis oynamayı öğrendiler. Buna Chelock Holmes metodu diyorum. Bu Ünlü İngiliz Hayali Dedektifi, bir olayda olmayanları çıkarınca gerçeğin ta kendisi kalır şeklinde uygulama yapıyordu.
 
Son olarak bu anıma küçük bir ilave yapmak istiyorum. Ben proje müdürlüğünde görev yaparken bir amirim bana şöyle demişti: Senin tenis dersleri vermen hoş değil! Nedenini sorduğumda “Sen projede bir başmühendissin” dedi bana. ‘Yav ne olmuş, mesaiden sonra ders veriyorum’ dediysem de aynı şekilde şöyle diyordu yönetici: Sen koskoca bir proje başmühendisisin, çocuklara tenis dersi vermemen lazım. Daha fazla uzatmadım bu muhabbeti. Ancak etkilendim tabii ki ve sonraki yıllarda mazeret bildirdim ve Rıza Maksut İşman’ı kiralamıştık. Yıllar geçti, bu tutuculuğa hala şaşarım ve bir anlam veremem.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir