Sepetteki Çürük Elma – Ömür Tansel (1 Eylül 2024)

KONUK YAZAR: ÖMÜR TANYEL – Cumhuriyet Pazar – 1 Eylül 2024

Bu yazıyı okumadan önce iki görseldeki çizgilere bakın ve hangilerinin aynı uzunlukta olduğuna yanıt verin.
Dünya çağdaşlaştıkça, uzaklıklar yakınlaşıp insanlar birbirini tanıdıkça toplumlar arasında eski çatışmalar olmayacak, barışçıl bir yaşam giderek yükselecek diye düşünülürken yalnızca son birkaç yıla bakarak durumun pek de öyle olmadığını söylemek mümkün. Bilginin yaygınlaştığını, bu nedenle yanlış düşünce ve hareketlerin azalacağını düşündüğümüz bu zamanlarda bile körü körüne itaat örneklerinin yok olmadığını söyleyebiliriz.
Bunun en tipik örneklerini ise tarikatlar oluşturmaktadır. Tarikatlar, liderleri ve ona yaşamları pahasına inanan kişilerin ruh halleri, davranışları ve motivasyon unsurları özellikle 1950’lerden sonra daha dikkat çekici olmuştur. Çünkü kapalı devre bir sistem içinde gerçekleşen eylemler medyanın sayesinde herkesçe bilinir, görülür ve irdelenir duruma gelmiştir.

Uyum ve itaatin hangi yollarla olduğu, yalnızca psikolojik bir durum mu olduğu yoksa beyin kimyasında da değişimler içerip içermediği hâlâ incelenen ve tartışılan konulardandır.

İnsan psikolojisinde bunun temellerinden de yola çıkılarak yapılan araştırmalar ise gerek uygulama şekilleri gerekse rahatsız edici ve tartışmalı sonuçları ile halen konuşulmaktadır. Bunlardan en bilineni Philip Zimbardo’nun Stanford Hapishane Deneyi’dir. Çoğu öğrenci olan 24 gencin iki gruba ayrılarak gardiyan ve mahkûm rollerini üstlendikleri deney ilerleyen yıllarda bile pek çok tartışma ve çıkarımı beraberinde getirmiştir.

Stanford Üniversitesi’nin bodrum katında hapishane gibi düzenlenen mekânda 7 ile 14 gün arasında kalacak katılımcılar dış müdahale olmaksızın izleneceklerdi. Deneyimin gerçekçi olması için her tür koşul hazırlandı. Hatta tutuklu rolünde olacak gençleri gerçek polisler evlerinden aldı, parmak izlerini ve fotoğraflarını alarak hapishaneye yerleştirdi.

Askeri giysi giydirilen ve ellerine birer cop verilen gardiyan rolündeki gençlere de hiçbir şekilde şiddete izin verilmediği söylendi. Ancak mahkumları sıkıştırmak, korkutmak, çaresiz hissettirmek ve aşağılamak serbestti. Bir süre sonra dehşet verici durumlar yaşanmaya başladı. Gardiyanlar mahkumları aşağılayıcı şekilde itaat etmeye zorlamakta, ağır egzersizler yaptırmakta, uyku ve yemekten mahrum bırakmaktaydı. Mahkumlara isimleri ile değil numaraları ile hitap ederek onları kimliksizleştirmektedirler.
Bir grup mahkumun gardiyanlara karşı çıkması ve onlarında yangın söndürücülerle müdahaleye kalkması ile olay trajikleşir. Gaddarlık ve aşağılamalar deneyi çığırından çıkarmıştır. Sonunda bir öğrencisi Zimbardo’yu çalışmayı durdurmaya ikna eder. Üstelik daha başlangıç üzerinden altı gün geçmiştir. İnsanlık rol bile olsa paylaşılmış çılgınlıkta sınır tanımamış ufak bir kıvılcımla neler yaşanacağı görülmüştür. Zimbardo’nun bu deneyden çıkarımlarından biri ise “kötü sepet” teorisi olarak bilindi. Buna göre birkaç çürük elma bütün sepeti mahvetmiyordu, çürük bir sepet her türlü elmayı çürütüyordu.

ÜÇ ÇİZGİ
Bireylerin çevrelerindekilere anlamsız da olsa uyum sağlama çabasına girebileceğini Zimbardo’dan 20 yıl kadar önce Solomon Asch de bir deneyle göstermişti. Deney basittir, algı çalışması adı altında ayrı odalarda tek tek oturan gönüllülere bir çift kart verilir. Birinde tek bir çizgi diğerinde ise farklı uzunluklarda üç çizgi vardır. Bu üç çizgiden biri diğer karttaki tek çizgi ile aynı uzunluktadır. Soru şudur: Hangi çizgi aynı uzunluktadır? Gönüllü katılımcıların hemen hemen tamamı bireysel görüşmede doğru yanıtı verir.

Bir süre sonra gönüllüler birer birer, gönüllü sandıkları diğer yedi kişi ile aynı odaya alınır. Ancak bu yedi kişi proje çalışanıdır. Her biri kartlardaki kendi buldukları sonucu yüksek sesle söyler. Gönüllüye en son sıra geldiğinde hepsinin yanlış birer yanıt seçtiğini görür. Uyum sağlama adına gönüllü doğru bildiğini içine atarak diğerleriyle aynı yanlış yanıtı verir. Başka gönüllülere de aynı test uygulandığında üçte birinin bu yanlış yola girdiği gözlenir. Artık bir toplum içinden dışlanmama isteği mi yoksa bildiğine inancını mı yitirme denebilir buna bilinmez.

Toplumlarda daha fazla bilgi, daha fazla empati, daha fazla sevgi beklenirken ne yazık ki yanlışın peşinde gidişler hep olmuştur ve olacaktır. Bunun bazı topluluklarda çoğunluğu oluşturması bile artık şaşırtıcı değildir. Çünkü yalnızca yukarıdaki deneyler bile bize her gün sokakta yanımızdan geçen insanların uyum sağlamak adına aptallık seviyesinde yanlışlara yönelebileceğini göstermektedir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir