ASKERLİK (1975)

Üniversiteden mezun olduğum yıllarda(1972) iş bulmak çok zor değildi. Sadece askerlik hizmetini bitirmiş olmamız isteniyordu. Diğer taraftan da mezun olur olmaz askere gidemiyorduk, zira ancak birkaç yıl sonra sıra geliyordu. Bir şekilde torpille kendini askere aldıranlar olduğunu duyuyorduk, ama genelde askerlik sırası bekleniyordu. Bu süre içinde iyi bir iş bulma şansı olmuyordu, nitekim ben de Rahmetli Dayım İlhan Şenel’in sayesinde Petkim Genel Müdürlüğü’nde 4 aylık sözleşmeli olarak işe girdim.  Sonrasında sözleşmem bir çok defa uzatıldı ve askerlik çağrısına kadar Petkim’de çalışmaya devam ettim.

image1975 yılı başlarında çağrı geldiğinde Askerlik Kararı aldırmak için gerekli evrakları da yanıma alıp Memleketim Taşköprü’ye gittim. İşlemleri bitirip son onay için Şube Başkanı ile görüşürken, bana bir defaya mahsus olmak üzere, askerliğimi bir dönem erteleyebileceğimi söyledi. Bunu üzerine şöyle bir hesap yaptım: Şu anda bahar aylarında olduğumuza göre şimdi askere gidersem iki yaz bir kış askerde geçecek, bir dönem erteletirsem iki kış bir yaz. Hemen kararımı verdim ve bir dönem ertelemek istediğimi komutana bildirdim. Şube Başkanı “Bugün işlemin bitti, gel erteleme de şu askerlik işini aradan çıkar” diye ısrarlı olduysa da, ben kararlıydım.

Ne kadar doğru karar verdiğimi bir süre sonra anladım. Ben sadece yaz hesabı yaptığım için bu kararı almışken, bir süre sonra adına “Kısa Dönem Askerlik” denilen 4 aylık yedek subay hizmeti kanunlaştı. Arkasından da Petkim’de sözleşmeli statüden asil kadroya alınmaz mıyım! Hem de bu kapsama girenlere 4 aylık ücretsiz izin de çıktığı için istifa etmek zorunda da kalmayacağım, inanılır gibi değil; ne kadar sevindiğimi tahmin edebilirsiniz.

Kısa Dönem Askerlik için Kimya Mühendislerini Balıkesir Ordu Donatım Okuluna sevkettiler. Bu durumda hem Fakülteden arkadaşlarımla, hem de Petkim’li meslektaşlarımla birlikte olduk. Ben en çok Hasip Yeniova ile birlikte oldum. Hatta Hasip’in arabasıyla gittik Balıkesir’e ve haftasonu izinlerimizde birlikte çevre gezileri yaptık, birçok güzel anıyı paylaştık. Sonunda terhis olduğumuzda, bizim dönemden torpille askere gidenlerin askerlik hizmetleri devam ediyordu!

Kısa dönem askerlik anılarımla ilgili ne anlatsam hemen iyi ki kısa yaptınız, ya normal süreli askerlik yapsaydınız ne kadar çok şey anlatırdın gibilerinden söylenmeler hiç eksik olmadı. İşte şimdi burada, bu anılarımdan seçtiklerimi, hatırladığım kadarıya anlatacağım. Bu anlatımda kronolojik bir sıra tutmayacağım, aklıma geleni aşağıda yazıyorum:

NASIL “TAKIM ÇAVUŞU” OLDUM?

Balıkesir Ordu Donatım okulunda ilk gün, yüzlerce yedek subay asker adayı meslektaşlar toplandık. Kimi traşlı keltoş, kimi hala büklüm büklüm saçlı favorili, verilen askerlik kıyafetleri içinde birbirimizi kaybetmişiz. Bir kargaşadır gidiyor okul içinde bahçede kantinde. Herkes bir şey söylüyor, ilan tahtalarında çeşitli bilgiler. Bazen hoparlörle anos yapılıyor, hurraa meydanda toplanıyoruz,  ya da yemeğe deniyor yemekhanelere koşuyoruz!

Hasip’le anlaştık, hiç bir şeye itiraz etmeyeceğiz, kimseyle takışmayacağız, etliye sütlüye hiç karışmayacağız, ne denirse yapacağız, bir problem çıkarmayacağız. Kazasız belasız bu dönemi geçirelim, aksi halde tekrar uzun döneme kalabiliriz korkusundayız. Hatta mümkünse hiç ortalıkta gözükmeyelim diyoruz!

Bir anons yapıldı, Karargah binası karşısındaki meydanda toplandık. Önce hepimiz ikiye ayrıldık, sonra dörder kişilik sıralar halinde boy sırasına göre sıraya geçtik. Biz Hasip’le sol taraftaki bölükte arkalarda bir yerdeyiz. Bizim bölüğe yönelen subaylar en önden itibaren dörder kişilik sıraları sayıyor ve 10 sıra olunca ayırıyor ve bir takımı belirliyor. Bize yaklaşan takım komutanı,  solumdaki sıra 4. Takımın son sırası olunca, benim bulunduğum sırayı 5. Takımın ilk sırası olarak belirledi. Komutan ilk sıranın en arkasındaki öne çıksın dedi, ki bu yürüyüş halinde takımın ön sırasının en solundaki oluyor, o da benim! Haydaa, hiç ortalıklarda gözükmiyelim derken, çıktım takımın önüne! Komutan Takım Çavuşu olduğumu söyledi; takımın herşeyinden ben sorumlu olacakmışım.  Hasip de manga komutanı oldu, görevleri yüklendik!

Böylece, hiç bir şey yapmadan, sadece iştimada dikildiğim yer itibari ile “Çavuş” oldum. Artık takımda herkes bana “Çavuş” diyordu. Daha samimi olanlar “Çavuşum” diyorlar. Molalarda “Çavuşum yak bi cigara” diyenler, bisküvi şeker ikram edenler; durduk yerde popüler oldum!

Takım Komutanı Bekir Bey ile güzel bir diyalog kurduk. Çok saygılı ve samimi bir insandı; hatırladığım kadarıyla asteğmen, yani sivilden gelme. Takımla ilgili her şeyi benim kanalımla iletirdi. Gün boyunca komutana tekmil verip takımı eğitim alanına yürütüp eğitim yaptırmam isteniyordu. Velhasıl takımın her türlü konusunu takip ediyordum. Bir tek gelen mektupları isim okuyarak kendisi verirdi ki herhalde bu yasal bir durumdu. Ben de Ayşen’den mektup beklerdim, önce bana yok derdi usulca. Mektubum varsa hemen uzatırdı; üzerinde “Görüldü” mührü olurdu ama mektubu açılmamış bulurdum. Galiba 1 veya 2 mektup aldım Ayşen’den 4 ay boyunca!

(30 Mart 2016 San Fransisko/Tiburon)

“GİT NE İSTERSEN YAP!”

Karargah binasının bulunduğu binalar arasındaki çeşitli mekanlarda vakit geçiriyoruz ilk gün.  Nöbet listeleri asıldı diye bir söylenti geldi, binalardaki ilan camekanlarının önündeki asker  kalabalığına katıldık. Bir de gördüm ki benim adım “Karargah Nöbeti” listesinde gece 02 veya 03 gibi bir saate yazılmış. Daha ilk geceden nöbet tutma zorunluğu hoşuma gitmedi, zira doğal olarak ne yapılacağı hakkında hiçibir fikrim yok. Saatimi ayarlayıp yattım.

Saatimin alarmı çalınca giyinip Karargah binasına gittim. Yarı aydınlık binada kimsecikler yok gibi. Komutan odalarının bulunduğu koridorda ilerlerken beni gören birinin de dışarı çıkmak üzere hareketlendiğini gördüm. Herhalde benden önceki nöbeti tutan kişidir diye onun dikildiği yere doğru yürüdüm.

Bina içindeki nöbette ne yapılır, bilemiyorum. Ortalıkta belirgin bir nöbet düzeni yok, silah yok, bir talimat veya not da yok. Koridorun bir noktasında öylesine dikiliyorum. İlerdeki odalardan birinin kapısından ışık süzülüyor, herhalde Nöbetçi Amiri’dir diye düşünüyorum.

Boş durunca vakit geçmiyor, canım sıkıldı. O sıralarda sigara içiyordum, bir sigara yakayım bari dedim. Sonra vazgeçtim, zira nöbette sigara içmek uygun olur mu bilemiyorum. Bunları düşünüce bu saatlerde sigara içmek gibi bir alışkanlığım olmamasına rağmen, canım sigara içmek istedi. Ama karar veremiyorum. Bir yanlış iş yapmak da istemiyorum. En iyisi gidip Nibetçi Amiri’ne sorayım dedim.

Nöbetçi Amiri kapısını hafifçe aralarken, kapıyı da tıklattım. Odanın ortasındaki bir masada oturan subay, ne var gibilerden bana bakınca konuştum:

– Afedersiniz, ben Karargah nöbetçisiyim. Nöbet sırasında sigara içebilir miyim diye soracaktım.

Subay birden irkildi adeta, bana hayretle baktı. Bir şeyler söylemek istedi ama ağzından bir laf çıkmadı bir süre. Şimdi anlıyorum ki Komutanım falan demeyi bilemediğim için, kendini komutan gibi hissetmemiş olabilir. Bir süre daha baktı bana, sonra şöyle dedi:

– Git ne yaparsan yap!

(5 Nisan 2016 San Fransisko/Tiburon)

BÖLÜK KOMUTANIMIZIN ÖLÜMÜ ÜZDÜ

Balıkesir’deki kısa dönem Ordu Donatım kıtamız 2 bölükten oluşuyordu. Bizim 2.Bölük Komutanımız çok kibar ve yakışıklı bir adamdı. Bölüğe hitap ederken ve komuta ederken bu kibarlığı hep hissederdik. Bölük komutanı böyle olunca, takım komutanları da benzer uslupla diyalog kurarlar. Örneğin bizim 5.Takımın komutanı Bekir Asteğmen de sesini hiç çok yükseltmemişti diye hatırlıyorum. Hatta bir çok talimatı takım çavuşu olduğum için benim kanalımla takıma ilettirmiştir.

Tekrar bizim bölük komutanına dönersek bir gün görev sırasında cipi devrildiği için kazada öldü diye haber geldi. Çok üzüldük. Gerçekten de çok sevilen, saygın bir insandı; Allah Rahmet Eylesin.

Rahmetli ile ilgili küçük bir anım var, bir gün sabah iştimasında otomobili olanlar öne çıksın demişti. Hasip dahil bir sürü araç sahibini topluca götürdüler. Biz akşama kadar eğitim alanında ter dökerken, onlar geri dönmediler. Akşam öğrendik ki komutanın aracı bozulmuş, tamire gitmişler. Galiba birkaç gün uğraştılar ama eğitimden de yırttıkları için onları kıskananlar çok oldu. Zira Temmuz sıcakları canımıza okuyordu. Sonradan gelen bir habere göre, ne kadar doğruydu bilemiyorum, meğer komutanın aracının benzini bitmişmiş!

(14 Nisan 2016 San Fransisko/Tiburon)

BÖLÜK KOMUTANINA İSYAN ETTİ!

Bizim 2.Bölük Komutanının aksine 1.Bölük Komutanı kaba bir aksanla konuşan uzun boylu, esmer tenli, külhanbeyi havalı bir muvazzaf subaydı. Muhtemelen 20 yaşındaki mehmetciklere yaptığı gibi davranıyordu hepsi kendisinden yaşlı ve eğitimli bu dönemdeki biz askerlere. Her fırsatta bölüğünü fırçalıyordu. İştimada ve eğitimde bölükler birbirlerine yakın olduklarından bu fırçaları biz de duyuyorduk.

Bir başka duyduğumuz da, sadece fırça ile yetinmiyor ve her fırsatta ceza veriyormuş. Bu cezalar çoğunlukla arazide tam teçhizatla sürünmek oluyormuş. Sonunda olan oldu ve gene anormal bir bedensel ceza uygulaması sonunda komuta ettiği bölüğü kendisine isyan etti!

Bölük nasıl isyan eder dediğinizi duyar gibiyim. Şöyle oldu: Akşamüstü eğitim sonunda bölükler okul önündeki iştima alanına geldiğinde, 1.Bölük Komutanı dur demediği için bölük yerinde saymaya devam etti. Bizim bölük ise çoktan durmuş ve hazırol vaziyette 1.Bölüğün durmasını bekliyoruz. Ama 1.Bölük durmuyor ve yerinde saymaya devam ediyor.

Sonradan öğrendik ki bölük komutanı bir avcıya iştima alanına kadar sürünme cezası vermiş. Hem hareketsiz hazırolda duran bizim bölük, hem de yerinde saymaya devam eden 1.Bölük cezalı askerin sürünerek iştima alanındaki yerine kadar gelmesi bekleniyor.

Cezalı asker ne kadar sonra geldi şimdi hatırlamıyorum ama epeyce uzun bir süre beklemiştik herhalde. Sonunda avcı iki bölüğün önünden sürünerek, kan ter içinde yerine ulaştı ve komutan bölüğe dur emri verdi. Ama hayrettir ki bölük durmadı. Komutan emri tekrarlamasına rağmen rağmen bölük durmadı ve olduğu yerde saymaya devam etti. Komutan dur emrini birçok defa tekrarlamasına rağmen bölük durmadı. Bütün bölük var  güçleriyle yere postallarıyla vurdukları için adeta yer inliyordu. Bu durum ne kadar sürdü hatırlamıyorum ama bölük, komutanını dinlemiyordu. Sonunda Okul Komutanı geldi ve bölüğü durudurdu. Tabi soruşturma açıldı ve bizim külhanbeyi bölük komutanı geri hizmete alındı!

Olaydan sonra çeşitli söylentiler dolaşıyordu. Bir kısım tüm bölüğün askerliğini yakarlar diyorlardı. Bir kısmı da bölük daha yemin etmediği için tam asker sayılmazlar ve ceza almazlar deniyordu. Soruşturmanın hukuki sonucunu bilemiyorum ama 1.Bölük belalı komutandan kurtulmuş oldu.

(14 Nisan 2016 San Fransisko/Tiburon)

İLK BAKKALDAN BİRA

Bilindiği gibi Askerlik Temel Eğitimi bitirilmeden okuldan ayrılmak mümkün olmamaktadır. Ancak eğitimler tamamlandıktan ve yemin töreni yapıldıktan sonra haftasonları şehir izini çıkıyordu. Eğitim boyunca bütün asker adayları iştimalarda toplanıyor, eğitimlerde ter döküyorduk. Ders aralarında mataralarda sıcaktan ısınmış sular içiliyor, sigaralar tüttürülüyordu. Bu dönemde ben de takım çavuşu olduğumdan, sabah iştimasından itibaren akşama kadar takımın her şeyinden sorumlu olarak koşturup duruyordum.

Bu sürede her gün okulun yakınındaki eğitim alanlarında tüfek omuza, yat, kalk, sürün gibi temel bedensel eğitimler ve tören yürüyüşleri gibi talimler yapılıyordu. Sabah koşusu ve jimnastik, arkasından arazide disiplinli talimler birçoğumuza zor geliyordu. Zira uzun yıllar boyunca askerliğini çeşitli nedenlerle erteletenler bu özel dönemde askerliğe çağırıldığından, yaş ortalaması oldukça yüksekti. Bir de bu dönem yaz aylarına denk geldiğinden, sıcaklardan hepimiz zorlanıyorduk. Birçoğunun postalı ayaklarını perişan etmişti. Uzun süredir saçları kesilmediği için şimdilerde bir çok kişinin kulakları güneşten yara olmuş vaziyetteydi. Bir kısmının da yüzleri güneş yanığından kızarmış, burunları üzerindeki deri yüzülmüştü. Ben askerlikden önceki hayatımda düzenli olarak spor yapan birisi olduğum için, hem bu bedensel egzersizler bana zor gelmiyordu, hem de cildim güneşe daha dayanıklıydı sanki, bu tür şikayetlerim olmadı.

Bir ilginç rahatsızlığımız da, askeri kıyafetlerimizle kendi kalabalığımızda kaybolmamızdı. Herkes ayni kıyafette olduğundan genelde birbirimizi bulmakta çok zorlanıyordık. Eğitim alanlarında, bahçelerdeki gölgelerde, kantindeki masalarda öbek öbek askerlerin hepsi birbirine benziyordu. İnsanlar birbirlerini bulmak için çoğunlukla kalabalıklara isimlerle sesleniyorlardı.

Muhtemelen yemekhanelerde çalışan bir sivil vardı, biz sabah iştimasında iken bölüklerin arkasından okul duvarlarının dibinden çalıştığı yere doğru süzülürdü. O üstü başı özensiz aşçı yamağı kılıklı adamın sivil giyinmesine imrenirdik!

Bu dönem boyunca en çok bira özlemi çekiyorduk. Okuldaki yemekler ve kantindeki içeceklerden iyice bıkmıştık. En büyük hayalimiz yemin töreninden sonra okuldan çıktığımızda buz gibi bir bira içmekti. Muhtemelen düzenli alkol alanlar da içki sofralarını çok özlemişlerdi.

Biz de Hasip’le şöyle bir hayal kuruyorduk. Okuldan çıktığımızda nizamiyeden sonra şehre doğru yürürken önümüze gelen ilk bakkalda bira içecektik. Hep bunu birbirimize hatırlatıyorduk ve o an bir türlü gelmeyecekmiş gibi zaman zaman umutsuzluğa kapılıyorduk.

Nihayet günler geçti, eğitimler bitti, yemin törenlerinden sonra nizamiyeden saldılar bizi. Öyle enerjik bir kalabalıktık ki, adeta bir birimizi çiğnercesine şehre doğru yöneldik. O kargaşada Hasip’le ayrı düştük. Zaten kıyafetlerimiz birbirinin aynisi, mümkün değil birbirimizi bulmak.

Hasip’i bulmaktan ümidimi kesince kalabalığın selinde şehre doğru akarken bir bakkal gördüm. Hemen kendime bir bira söyledim ve kısa sürede şişenin dibini buldum. Biranın keyfiyle mest bir vaziyette dikilirken Hasip kapıdan girmez mi! Bir kızdı bana, nasıl olur da onu beklemeden bira içermişim. Ne söylediysem boş, bir dövmediği kaldı!

Nasıl bir özlemse Hasip’inki, ondan önce bira içtim diye, bana küstü. İnanmakta zorlanacaksınız biliyorum, epeyce konuşmadı benimle..

(10 Nisan 2016 San Fransisko/Tiburon)

HASİP’İN HAFTASONU İZNİ NEDEN SİLİNDİ?

Bizim kısa dönem askerlikte günler geçtikçe biz de yavaş yavaş ortama alışıyoruz. Eğitimler ve nöbetler artık sıradan olaylar. Şimdi bir nöbet hatıramdan daha bahsedeceğim.

Gece cephanelik nöbetim var, Hasip’ten sonra nöbeti devralmam gerekiyor. Muhtemelen saatimin alarmını kurduktan sonra uyumuşumdur ama duymadım alarmı. Gözümü açtığımda Hasip tepemde, neden gelip nöbeti devralmıyorsun diye homurdanıyor. Ben bir yandan toprlanıp giyiniyorum, bir yandan da alarmı duymadığımı anlatmaya çalışıyorum.

Nöbet yerine seyirttiğimde ortalıkta bir gariplik yoktu. Biraz sonra Nöbetçi Amiri geldi, bana niye tüfeğin yok dedi. Nöbet yerine geldiğimde tüfek olmadığını söyledim. Bana elinde tuttuğu tüfeği verdi ve sonraki nöbetçi gelinceye kadar nöbet yerini terketmememi tembih etti gitti.

Hafta boyunca bu konuda bir gelişme olmadı. Ta ki haftasonu iznine çıkamayacaklar listesinde Hasip’in adını görünceye kadar. O gece Nöbetçi Amiri gezerken cephanelikteki nöbet yerine bırakılmış tüfeği görmüş. Gidip listeyi inceleyince nöbetçinin Hasip olduğu ortaya çıkmış. Bu nedenle haftasonu cezalı, belki birkaç haftasonu cezalıydı, şimdi hatırlamıyorum. Zira nöbet yerinde silahı da bırakıp toz olmak oldukça ağır bir suç olmalı. Ancak henüz yemin etmediğimiz için tam asker sayılmayız, pek de büyütülmemiştir.

Haftasonu Hasip içeride kalınca bana kızgınlığı iyice arttı. Oysa benim uyanamamda bir kasıt yok, mahsus yaptığımı söyleyip duruyor. Şimdi düşünüyorum da demek ki kafasında böyle bir düşünce olmalı ki ondan şüpheleniyor. Bu nedenle devamlı birbirimize homurdanıyoruz. Biraz da benim yüzümden oldu kuşkusuz ama bir kasıt yok, uyanamamışım. Oysa kendisi tüfeği nöbet yerinde bırakmasaydı, belki de olaylar böyle gelişmeyecekti.

Daha sonra olana şaşmamak mümkün değil, “Karma” çalıştı ve birkaç hafta sonra da bu defa Hasip yüzünden ben haftasonu cezalı duruma düştüm. Pazar günü Hasip’in arabasıyla okula vaktinde yetişmeye çalışıyoruz, ama geç kaldık. Nizamiyeye geldiğimizde nöbetçi bizim arabaya yöneldi, arka sırada oturuyordum, geldi yakamdan numaramı okudu gitti. Sanki arabayı ben sürüyormuşum gibi sonraki haftasonu cezalılar listesinde benim adım vardı.

(8 Nisan 2016 San Fransisko/Tiburon)

One thought on “ASKERLİK (1975)

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *