Boğazım düğümlendi. Konuşamadım gibi oldum, yazamadım gibi. Herhalde diyeceğim çok şey olduğundandır..
Eski bir arkadaşı nitelerken “40 Yıllık Dost” derler ya, bizimki yarım asrı geçmişti. Üniversiteye başlayınca tanıştık ve mezun oluncaya kadar çok yoğun birlikteliğimiz oldu. Aslında epeyce farklı karakterlere sahip olmamıza karşın, benzer olanlarda çok kuvvetli bağlarımız vardı. O yıllarında en etkili olanlarından birisi, kısa tatillerde kısıtlı maddi olanaklarımıza karşın gezmeye olan düşkünlüğümüzdü. Örneğin TEV’dan almayı hakkazandığım (ailemle yaşadığım için sadece öğrenim aylarında ve yarım olarak verilen) burs ile ancak idare ederken, McCabe Unit Operations of CE orijinal kitabını satınalmaktansa, verilen teksir notlarını yeterli bulup, o parayla haftasonu Alanya’ya tatile gitmeyi yeğleyip birlikte Nisan ayında denize koşuyorduk!
Tam burada yazmak istediğim şöyle bir ritüelimiz vardı: Ayni kafadan Arif ve Akif ile dörtlü oluşturuyorduk; bir tatil önerisi olan diğerlerine“mesaiden sonra Piknik’de toplanıyoruz” diye haber uçurduğunda Piknik’e koşardık. Zira gezi veya kampçlılık kararlarımızı hep orada alırdık. Konuyu önermeden önce bira ve patates siparişini verirdik ve sonra bira siparişlerinin arkası kesilmezdi!
Tabi ki mezun olduktan sonra pek çok beraberliğimiz oldu. İlk aklıma gelen askerlikteki birlikteliğimiz. Bu konuda daha önce blog sayfamda(sinasiyuksel.com) yazdığım Askerlik Anılarım içinden Hasip’le ilgili olan 3 tanesini aşağıdan okuyabilirsiniz.
NASIL “TAKIM ÇAVUŞU” OLDUM?
Balıkesir Ordu Donatım okulunda ilk gün, yüzlerce yedek subay asker adayı meslektaşlar toplandık. Kimi traşlı keltoş, kimi hala büklüm büklüm saçlı favorili, verilen askerlik kıyafetleri içinde birbirimizi kaybetmişiz. Bir kargaşadır gidiyor okul içinde bahçede kantinde. Herkes bir şey söylüyor, ilan tahtalarında çeşitli bilgiler. Bazen hoparlörle anos yapılıyor, hurraa meydanda toplanıyoruz, ya da yemeğe deniyor yemekhanelere koşuyoruz!
Hasip’le anlaştık, hiç bir şeye itiraz etmeyeceğiz, kimseyle takışmayacağız, etliye sütlüye hiç karışmayacağız, ne denirse yapacağız, bir problem çıkarmayacağız. Kazasız belasız bu dönemi geçirelim, aksi halde tekrar uzun döneme kalabiliriz korkusundayız. Hatta mümkünse hiç ortalıkta gözükmeyelim diyoruz!
Bir anons yapıldı, Karargah binası karşısındaki meydanda toplandık. Önce hepimiz ikiye ayrıldık, sonra dörder kişilik sıralar halinde boy sırasına göre sıraya geçtik. Biz Hasip’le sol taraftaki bölükte arkalarda bir yerdeyiz. Bizim bölüğe yönelen subaylar en önden itibaren dörder kişilik sıraları sayıyor ve 10 sıra olunca ayırıyor ve bir takımı belirliyor. Bize yaklaşan takım komutanı, solumdaki sıra 4. Takımın son sırası olunca, benim bulunduğum sırayı 5. Takımın ilk sırası olarak belirledi. Komutan ilk sıranın en arkasındaki öne çıksın dedi, ki bu yürüyüş halinde takımın ön sırasının en solundaki oluyor, o da benim! Haydaa, hiç ortalıklarda gözükmiyelim derken, çıktım takımın önüne! Komutan Takım Çavuşu olduğumu söyledi; takımın herşeyinden ben sorumlu olacakmışım. Hasip de manga komutanı oldu, görevleri yüklendik!
Böylece, hiç bir şey yapmadan, sadece iştimada dikildiğim yer itibari ile “Çavuş” oldum. Artık takımda herkes bana “Çavuş” diyordu. Daha samimi olanlar “Çavuşum” diyorlar. Molalarda “Çavuşum yak bi cigara” diyenler, bisküvi şeker ikram edenler; durduk yerde popüler oldum!
Takım Komutanı Bekir Bey ile güzel bir diyalog kurduk. Çok saygılı ve samimi bir insandı; hatırladığım kadarıyla Astsubay’dı, yani sivilden gelme. Takımla ilgili her şeyi benim kanalımla iletirdi. Gün boyunca komutana tekmil verip takımı eğitim alanına yürütüp eğitim yaptırmam isteniyordu. Velhasıl takımın her türlü konusunu takip ediyordum. Bir tek gelen mektupları isim okuyarak kendisi verirdi ki herhalde bu yasal bir durumdu. Ben de Ayşen’den mektup beklerdim, önce bana yok derdi usulca. Mektubum varsa hemen uzatırdı; üzerinde “Görüldü” mührü olurdu ama mektubu açılmamış bulurdum. Galiba 1 veya 2 mektup aldım Ayşen’den 4 ay boyunca!
İLK BAKKALDAN BİRA
Bilindiği gibi Askerlik Temel Eğitimi bitirilmeden okuldan ayrılmak mümkün olmamaktadır. Ancak eğitimler tamamlandıktan ve yemin töreni yapıldıktan sonra haftasonları şehir izini çıkıyordu. Eğitim boyunca bütün asker adayları iştimalarda toplanıyor, eğitimlerde ter döküyorduk. Ders aralarında mataralarda sıcaktan ısınmış sular içiliyor, sigaralar tüttürülüyordu. Bu dönemde ben de takım çavuşu olduğumdan, sabah iştimasından itibaren akşama kadar takımın her şeyinden sorumlu olarak koşturup duruyordum.
Bu sürede her gün okulun yakınındaki eğitim alanlarında tüfek omuza, yat, kalk, sürün gibi temel bedensel eğitimler ve tören yürüyüşleri gibi talimler yapılıyordu. Sabah koşusu ve jimnastik, arkasından arazide disiplinli talimler birçoğumuza zor geliyordu. Zira uzun yıllar boyunca askerliğini çeşitli nedenlerle erteletenler bu özel dönemde askerliğe çağırıldığından, yaş ortalaması oldukça yüksekti. Bir de bu dönem yaz aylarına denk geldiğinden, sıcaklardan hepimiz zorlanıyorduk. Birçoğunun postalı ayaklarını perişan etmişti. Uzun süredir saçları kesilmediği için şimdilerde bir çok kişinin kulakları güneşten yara olmuş vaziyetteydi. Bir kısmının da yüzleri güneş yanığından kızarmış, burunları üzerindeki deri yüzülmüştü. Ben askerlikden önceki hayatımda düzenli olarak spor yapan birisi olduğum için, hem bu bedensel egzersizler bana zor gelmiyordu, hem de cildim güneşe daha dayanıklıydı sanki, bu tür şikayetlerim olmadı.
Bir ilginç rahatsızlığımız da, askeri kıyafetlerimizle kendi kalabalığımızda kaybolmamızdı. Herkes ayni kıyafette olduğundan genelde birbirimizi bulmakta çok zorlanıyordık. Eğitim alanlarında, bahçelerdeki gölgelerde, kantindeki masalarda öbek öbek askerlerin hepsi birbirine benziyordu. İnsanlar birbirlerini bulmak için çoğunlukla kalabalıklara isimlerle sesleniyorlardı.
Muhtemelen yemekhanelerde çalışan bir sivil vardı, biz sabah iştimasında iken bölüklerin arkasından okul duvarlarının dibinden çalıştığı yere doğru süzülürdü. O üstü başı özensiz aşçı yamağı kılıklı adamın sivil giyinmesine imrenirdik!
Bu dönem boyunca en çok bira özlemi çekiyorduk. Okuldaki yemekler ve kantindeki içeceklerden iyice bıkmıştık. En büyük hayalimiz yemin töreninden sonra okuldan çıktığımızda buz gibi bir bira içmekti. Muhtemelen düzenli alkol alanlar da içki sofralarını çok özlemişlerdi.
Biz de Hasip’le şöyle bir hayal kuruyorduk. Okuldan çıktığımızda nizamiyeden sonra şehre doğru yürürken önümüze gelen ilk bakkalda bira içecektik. Hep bunu birbirimize hatırlatıyorduk ve o an bir türlü gelmeyecekmiş gibi zaman zaman umutsuzluğa kapılıyorduk.
Nihayet günler geçti, eğitimler bitti, yemin törenlerinden sonra nizamiyeden saldılar bizi. Öyle enerjik bir kalabalıktık ki, adeta bir birimizi çiğnercesine şehre doğru yöneldik. O kargaşada Hasip’le ayrı düştük. Zaten kıyafetlerimiz birbirinin aynisi, mümkün değil birbirimizi bulmak.
Hasip’i bulmaktan ümidimi kesince kalabalığın selinde şehre doğru akarken bir bakkal gördüm. Hemen kendime bir bira söyledim ve kısa sürede şişenin dibini buldum. Biranın keyfiyle mest bir vaziyette dikilirken Hasip kapıdan girmez mi! Bir kızdı bana, nasıl olur da onu beklemeden bira içermişim. Ne söylediysem boş, bir dövmediği kaldı!
Nasıl bir özlemse Hasip’inki, ondan önce bira içtim diye, bana küstü. İnanmakta zorlanacaksınız biliyorum, epeyce konuşmadı benimle..
HASİP’İN HAFTASONU İZNİ NEDEN SİLİNDİ?
Bizim kısa dönem askerlikte günler geçtikçe biz de yavaş yavaş ortama alışıyoruz. Eğitimler ve nöbetler artık sıradan olaylar. Şimdi bir nöbet hatıramdan daha bahsedeceğim.
Gece cephanelik nöbetim var, Hasip’ten sonra nöbeti devralmam gerekiyor. Muhtemelen saatimin alarmını kurduktan sonra uyumuşumdur ama duymadım alarmı. Gözümü açtığımda Hasip tepemde, neden gelip nöbeti devralmıyorsun diye homurdanıyor. Ben bir yandan toprlanıp giyiniyorum, bir yandan da alarmı duymadığımı anlatmaya çalışıyorum.
Nöbet yerine seyirttiğimde ortalıkta bir gariplik yoktu. Biraz sonra Nöbetçi Amiri geldi, bana niye tüfeğin yok dedi. Nöbet yerine geldiğimde tüfek olmadığını söyledim. Bana elinde tuttuğu tüfeği verdi ve sonraki nöbetçi gelinceye kadar nöbet yerini terketmememi tembih etti gitti.
Hafta boyunca bu konuda bir gelişme olmadı. Ta ki haftasonu iznine çıkamayacaklar listesinde Hasip’in adını görünceye kadar. O gece Nöbetçi Amiri gezerken cephanelikteki nöbet yerine bırakılmış tüfeği görmüş. Gidip listeyi inceleyince nöbetçinin Hasip olduğu ortaya çıkmış. Bu nedenle haftasonu cezalı, belki birkaç haftasonu cezalıydı, şimdi hatırlamıyorum. Zira nöbet yerinde silahı da bırakıp toz olmak oldukça ağır bir suç olmalı. Ancak henüz yemin etmediğimiz için tam asker sayılmayız, pek de büyütülmemiştir.
Haftasonu Hasip içeride kalınca bana kızgınlığı iyice arttı. Oysa benim uyanamamda bir kasıt yok, mahsus yaptığımı söyleyip duruyor. Şimdi düşünüyorum da demek ki kafasında böyle bir düşünce olmalı ki ondan şüpheleniyor. Bu nedenle devamlı birbirimize homurdanıyoruz. Biraz da benim yüzümden oldu kuşkusuz ama bir kasıt yok, uyanamamışım. Oysa kendisi tüfeği nöbet yerinde bırakmasaydı, belki de olaylar böyle gelişmeyecekti.
Daha sonra olana şaşmamak mümkün değil, “Karma” çalıştı ve birkaç hafta sonra da bu defa Hasip yüzünden ben haftasonu cezalı duruma düştüm. Pazar günü Hasip’in arabasıyla okula vaktinde yetişmeye çalışıyoruz, ama geç kaldık. Nizamiyeye geldiğimizde nöbetçi bizim arabaya yöneldi, arka sırada oturuyordum, geldi yakamdan numaramı okudu gitti. Sanki arabayı ben sürüyormuşum gibi sonraki haftasonu cezalılar listesinde benim adım vardı!
Hasip’in bendeki fotoğrafını aşağıda veriyorum:
Not: Fotoğrafların herhangi birine tıklayıp, açılan penceredeki veya klavyeniz üzerindeki ok işaretleri yönünde izleyebilirsiniz.
Arif Sezgin: Şinasiciğim, bazı hususlara maydanoz olayım: sivilden gelen takım komutanları astsubay değil, astteğmen olurlar, – Hasip’in nöbetinde mahsustan kalkmamışsındır!!!, Son yıllarda Hasip’e “Huysuz İhtiyar” diyordum. Huysuzluğu daha eskiye dayanıyormuş. Bu arada, Piknik’te bazı günler paramızı ayarlayıp Rus salatası dahi ısmarlıyabiliyorduk. Öptüm.
Hasip hocamıza bak vay be. Fotoğraflar tam bir nostalji. Kendisine 2010 Ankara Kimya mühendisliğinden mezun biri olarak Allah’tan rahmet diliyorum. Ruhu şad mekanı cennet olsun.