Hakkımda (1 February 2009)

Hakkımda

İLK LAF

Blog sayfama başladığım 2009’dan beri, bugün yaşadığım ANLARIMDAN, paylaşmaya değer bulduklarımı  yazıyorum. Bunu yaparken geçmişe takılıp ANILARA dalmıyorum. ANILARIMI ayrı bir katagoride veriyorum. Ayrıca bugünü yazarken de fazla ayrıntıya girip okuyanı baymak istemiyorum. Kitaplardan ve internetten bulunabilecek bilgileri tekrarlamdan, bizzatihi kendi izlenimlerimi ve düşündüklerimi paylaşıyorum.

Bu sayfada, okuyucunun blog sahibi hakkında bilgi edinmesi için kendimi kendimce tanıtmaya çalışacağım.  ANILAR bölümünde ise geçmişe dönüp anılarımda gezineceğim  Bazı anılarımda biraz daha fazla ayrıntı vermek ve okuyanın hikaye tadı almasını sağlamak istiyorum. Bakalım bu anılarımı beğenecek misiniz?

ANILAR BÖLÜMÜNDEKİ ANA BAŞLIKLAR: Kastamonu Ankara – Ceyhan Samsun – Kise Köy- Ankara – Gençlik Arkadaşlarım – Yenimahalle Mustafa Kemal Lisesi – A.Ü. Fen Fakültesi -Petkim – Ayşen – Askerlik – Cem – Can – Aliağa – Siyabospor – Yüzme – Tenis – Bizim Dağcılık – Bornova – San Fransisko – Kamer – İDADİK – Masha – Emeklilik – Villakent – Venüs – Çanak – Liz – Şirket . . 2009’da Blog başlıyor.

Şimdi Hakkımda sayfama başlıyorum:

 

GİRİŞ GİBİ

Aslında Hakkımda yazması benim için zor bir sayfa. Zor, zira kendimden bahsetmeyi çok sevmem. Daha doğrusu kendimden bahsetmenin herkesin ilgisini çekmeyeceğini düşündüğüm için bunu olabildiğince az yapmaya çalışırım.  Yoksa aslında herkes gibi ben de bir dinleyen bulduğumda ballandıra ballandıra kendi anılarımı ve düşüncelerimi bıkmadan usanmadan anlatmak isterim.

Dinlemek çok zor  gelir insanlara, tükrükler saçarak anlatmak varken! Hele benim gibi 60’lı yaşlara gelince anıları anlatmak, her konuda ahkam kesmek çok daha vazgeçilmez oluyor. Bunun karşımdakini çok fazla bunalttığını biliyorum. Nereden mi biliyorum? Öncelikle gençken beni esir alan 60’lık büyüklerimden ve şimdilerde  çevremdeki yaşıtlarımın yaptıklarından. Bir yaşıtımla karşılaşınca neredeyse hatır sormaya korkuyorum. Bir sürü ayrıntı beni çok ilgilendirmediği halde sağnak yağmur gibi tepemden aşağıya boca ediliyor adeta. Onların yüzünden gençler bizlerle diyalog kurmaktan kaçınıyorlar; zorunlu bir beraberlikte ifadesiz gözlerle bakıyorlar ya başbaşa kalır da anılarımızı, deneyimlerimizi ve ille de “naçizane” nasihatlarımızı dinlemek zorunda kalacakları korkusuyla…

Görüldüğü gibi ben de bu ayrıntıyı sakız gibi uzatarak bayıcı olabiliyorum. Herneyse, bu konuyu burada kesip yazıdaki yaklaşıma döneyim: Diğer taraftan madem ki bir Blog düzenledim, bir yerde böyle bir özel sayfayı da hazırlamam gerekiyor. Neticede bir kamu hizmeti vermiyorum ve kimseyi sayfamı okumak için bir zorlama içinde bırakmıyorum . O halde isteyen okusun.

Ayrıca yukarıda yazdıklarıma bakarak kendimi eleştireyim: Blog düzenleyen kişi zaten kendi fikirlerini açıklamak  için bu işe soyunmuştur.  Madem kendinden bahsetmeyi ve kendi fikirlerini açıklamayı sevmiyorsun neden blog hazırladın demezler mi adama? İşin doğrusu ben de seviyorum kendimden bahsetmeyi, düşündüklerimi yazmayı. Üstelik burada kimse sözümü kesemiyor!

hakkimdabasligi

Blog sayfamı büyük oğlum Cem Yüksel hazırladı ve 2009 yılında başladım blog yazılarıma. Yayınladığım yazılarımda şimdi yaşadıklarımı ve düşüncelerimi fazla ayrıntıya girmeden, aksine bol fotoğraflı olarak anılar, dağcılık, genel, gezi, spor başlıkları altında sunuyorum. Hakkımda başlığı altında ise, 2009 yılına kadar gelmek üzere, anılarımı ve hayat hikayemi veriyorum. Geçmişte yaşadıklarımı yazarken kronolojik olarak değil, aklıma geldikçe yani keyfi bir sırada yazıyorum. Başlıkların altındaki parantezli tarihler anılarımı yazdığım zamanı göstermektedir. Ayrıca, seçtiğim bazı anılarımı bağımsız hikayeler tadında okunabilsin diye, daha ayrıntılı olarak ayrı başlıklar altında yazmaya karar verdim. Bu nedenle Hakkımda Bölümü henüz bitmedi ve daha epeyce sürecek gibi gözüküyor.  Örneğin Hakkımda Bölümü için aşağıdaki giriş yazısını 64 yaşıma geldiğim bu günlerde(2014 Ağustos) yazıyorum.

GİRİŞ

Öncelikle ben bu yaşta geriye dönüp baktığımda kendimi nasıl görüyorum diye başlıyorum. ”Kişi kendini bilmek gibi irfan yoktur” diye bir deyiş vardır, kolay değil insanın kendisini kelimelere dökmesi. Ayrıca insan kendini ne kadar bilebiliyor durumu var. Dahası, kendi dışındakiler kişiyi nasıl görüyor; en yakınların, uzak tanıdıkların. Son yıllarda durup dururken kişiliğimle ilgili kabul edemediğim bazı yorumlara muhatap olduğum için, ben de burada kendimi yazmayı denemeye karar verdim.

Çocukluk gençlik yılları geçerken kişilik de gelişiyor. Gelişiyor dediysem belirmeye başlıyor demek istiyorum. Sonra herhalde olgunlaşıyor, gelişim duruyor ve kişilik iyice sabitleşmeye başlıyor. Bir süre sonra da hiç değişmiyor, ne olacaksa olmuş oluyor. Herhalde kişiliğim bugünlerde artık iyice belirmiş ve kemikleşmiştir. İşte bu süreci anlatmaya çalışacağım.

Benim çocukluk yıllarımda, çocuklar şimdiki gibi en öncelikli sırada olmazlardı. “Aç mı bıraktık, açık mı bıraktık” anlayışıyla kurulan doyurma barındırma okul üçgeninden ibaret bir yaşam içinde yıllar geçerdi. Duygularımız fazla umursanmaz, becerilerimiz keşfedilip geliştirilmeye çalışılmazdı. Derslerine çalış, güzel karne getir, sınıfını geç denirdi. Akraba ziyaretinden başka hiçbir sosyal ortam ve özel yeteneklerin keşfedilip geliştirilmesi gibi bir konu yoktu. Lise son sınıfa kadar yaşadığım tek sosyal etkinlik, Lise Bitirme sınavlarındaki sözlü ingilizce imtihanım idi!

Çocukluğumda hissettiğim eksiklikleri, kendi çocuklarımda yaşatmamaya çalıştım hep. Onları sevgi ve ilgiyle büyüttük. Duygularını dikkate aldık, isteklerine olabildiğince yanıt vermeye çalıştık. Sosyal ortamlarını zenginleştirdik, becerilerine destek olduk. Neticede benim oğlum lisedeyken, kendi kurduğu orkestra ile kendi bestesini bir spor salonunda yapılan şarkı yarışmasında yüzlerce coşkulu izleyiciye sunuyor, ve sonra da hem çalıp hem de şarkıyı söylüyordu!

Tekrar kendi çocukluğuma dönersem, kardeşlerimin aksine okul zamanları dışında sokağa pek çıkmazdım. Evde kendi başıma kendimi meşgul ederdim. Derslerime çalışır, birşeyler öğrenmeye çabalar, kendimi geliştirmek isterdim. Yol gösteren bir büyük, bilgi aktaracak bir abi olmadığından, bazen ümitsizliğe kapılır ve ne kadar çok öğrenecek şey var diye düşünürdüm. Hatta daha küçükken çocuk aklımla şöyle düşünmüştüm: Evimizde o zamanlar çok ünlü olan Hayat Ansiklopedisi vardı, A’dan başlıyarak bütün maddeleri okursam çok bilgili olurum! Nitekim Hayat Ansiklopedisi’nin ilk fasikülü okumaya başlamıştım. Abaküs kelimesine gelince baktım ki çevremdeki çok bilgili olarak gördüğüm değer verdiğim birçok kişi bunu bilmiyor. Demek ki değerli ve bilgili olmak için her kelimeyi bilmek tek başına yeterli olmuyor, diye düşündüm.

Babam teknik öğretmen, annem ilkokul mezunuydu. Evimizde anneannem ve 3 kardeşimle orta gelir düzeyinde bir aileydik. Annem ve anneannem dini vecibeleri yerine getirmeye çok önem verirlerdi. Babamın bu konuda özel bir tavrını hatırlamıyorum. Netice olarak dindarlık gösterişi yapmayan ve kendi vicdanlarında ibadetini evinde yaşıyan bir aileydik. Ramazanda evde herkes oruç tutardı. Annem her gece sahur için mutlaka tereyağlı plav yapardı. Ortaokul yıllarına kadar annemle namaz kılardım.

Babamın bir yıllığına Fransa’ya gitmesi üzerine, Taşköprü’de Orta Okul 3.Sınıftayken anneme namazda okuduğumuz Arapça duaların anlamını sormuştum. Annem bilmediğini söyleyince şaşırdım. Okuduklarımızın anlamını bilememek canımı sıkmıştı. O merakla kıvrandığım sıralarda, o zamanki “Olaylara ve İnsanlara” Tercüman Gazetesi, Kuran’ın bir Türkçe tefsirini okurlarına hediye ediyordu. Kuponları biriktirip kitabı aldığımızda, o tercümeleri merakla anneme okumuştum. Muhtemelen okuduklarımın çoğunu anlıyamamıştım. Şimdi düşünüyorum da, siz hiç çevrenizde Ortaokul 3. Sınıf çağında bir çocuğun, kendi isteği ile, Kuran tercümesi okumak istediğini duydunuz mu?

Okumak benim için hep ibadet kadar önem verdiğim bir husus oldu hayatımda. Buna karşın her zaman da yeteri kadar okuyamadığımı hissetmişimdir. Bu yeterliliği çevremdeki insanların okuma alışkanlıkları ile mukayese ederek ölçmüyorum, kendimi bilgili hissetmemle ilgili olarak yeterli bulmuyorum. Bir ünlünün dediği gibi, “bir şey biliyorum, o da hiç bir şey bilmediğimdir” hesabı.

İlk okuduklarım çocuk kitapları, Teksas TomMiks gibi çizgi romanlar ve Üç Silahşörler, Monte Kristo gibi macera romanları oldu. Okullar okuma zevki vermediği gibi okumanın önemini pekiştirmiyorlardı. Çevremde kitap okuyan pek azdı ve yeterli kitaplık yoktu. Buna karşın benim çok özel bir şansım vardı, evimize her gün Cumhuriyet Gazetesi girmiştir. Okumayı Cumhuriyet Gazetesi’nde sökmüşümdür muhtemelen!

Demek ki yaklaşık 7 yaşımdan beri, yani yarım asırdan fazladır,  Cumhuriyet okuruyum. Yani, ilaveten “Cumhuriyet Üniversitesi” mezunuyum; Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş değerlerine ve Atatürk’ün Devrimlerine akıldan bağlıyım.

Babam sonraki yıllarda, belki ekonomik nedenlerle belki de saldırganlarının azgınlaşması üzerine, Cumhuriyet Gazetesi almayı kesmişti. Ben hiç ara vermedim. Halen de her gün bir Cumhuriyet Gazetesi satınalmak çok önemlidir benim için. Gazetemin siyasi duruşu belli kuşkusuz(Cumhuriyet ilkeleri ve Atatürk Devrimleri), aydınlanma yazılarına aşinayım ve diyebilirim ki daha çok bilim ve sanat gibi diğer tüm konularda doyurucu bilgiler ve doğru haberler almak için okuyorum Cumhuriyet’i.

Lise ve üniversite yıllarımda sistemli bir okuma düzeni kuramadım; bir şekilde gündemimdeki eserlerden okudum. Bazen dünya klasikleri, bazen politik kitaplar okudum. En çok araştırma ve tarih kitaplarını, otobiyografileri ve denemeleri tercih ederim. Şiir ve roman daha az okuduklarımdandır.

Üniversite sonrası çalışma hayatım boyunca da okumaya devam ettim ve ekonomik gücüm elverdiğice kitap satın aldım. Kolleksiyon olarak değil, sadece okumak istediğim kitapları satın aldığım halde,  halen 2000 kadar kitabım var. Emekli olduktan sonra yaşadığımız evimdeki kitaplığımda tasnifleme çalışmalarıma devam ediyorum.

Okuma ve kitaplarla ilgili kısmı burada bitiriyorum. Bu bölümü bu kadar uzatmamın nedeni kendimi tanıtmaya çalışırken en fazla önem verdiğim şeyin öğrenmek ve bilgili olmak olduğunu hissetmemdir. Bu nedenle çok okuyan arkadaşlarıma her zaman büyük bir hayranlık duymuşumdur. Sonuç olarak bilgili olmaya çalıştım hep. Benim için ilk söylenenin “o bilgili bir insandır” olmasını isterim.

Kendimi ifade etmek bakımından ikinci öncelikdeki karakterim, çevreme karşı daima saygılı ve nazik oluşumdur. Bu sadece davranış olarak değil, farklı düşünceleri ve farklı kişilikleri, tahammül ederim demiyeceğim, zenginlik olarak görmemdendir. Hatta bazen bana dayatılmaya çalışılan fikir ve tavırlara da sabır göstermişimdir.

Cahil insanlarla asla tartışmam. Burada cahil diye ifade ettiğim diplomasız insanlar değildir. Ne diplomalılar gördüm zır cahil, ne aydınlar gördüm ilkokul mezunu! Bence cahil, (benim ifadem değildir) bilgiye yönelmeyen, bilgiyi özümsemeyendir.

Kendine nasıl davranılmasını istiyorsan sen de başkalarına öyle davran felsefesine uymaya özen gösteririm. Bunun neticesinde benim için “kaba biridir” diye ifade edildiğini hiç duymadım. Sözlerimde ve davranışlarımda çok dikkatli olmaya çalışıyorum. Kimseyi istemeden kırmak, üzmek istemem. Kişiliklere çok saygılı olmaya çalışırım. Yaşı benden küçüklerin ve çocukların sadece söz hakkı değil, icabında oy hakkı olmasında duyarlı olurum.

Belki bu nedenlerle olacak ayni zamanda çok alınganımdır. En küçük bir saygısızlıktan rahatsız olurum.  Bizim oralarda benim gibi aşırı alıngan tiplere Tingoz derler; aynen öyleyimdir. Şimdi ben kendimi, çevreme karşı çok saygılı ve nazik diye ifade ediyorum ama, acaba beni tanıyan herkes, hatta çok yakınlarımdakiler hepsi de öyle hissediyorlar mı acaba; bilemiyorum. Bazen çok yakınlarımdan gelen haksız eleştriler karşısında hayretler içinde kalıyorum; haklı bulduklarımı kabul edeceğim ama katılmadıkalarıma da itiraz etmek zorundayım. İtirazım kabul edilmezse ne yapabilirim ki; neticede beni benden daha farklı algılamalarına saygı göstermek durumundayım!

“Hiç kimseye bir kuş tüyü kadar ağırlık vermek istemem”, kendimi tanımlarken en fazla kullandığım cümlelerden biridir. “40 yıllık eşimden bile bir bardak su istememişimdir” diye de devam ederim. Hiç bir insan bir başka insanın hizmetkarı değildir. İnsanların emeğinin sömürülmesine, insanın insana kulluğuna isyan ederim. Tabi ki insan insana jest yapar; bu gönüllülükle olur, veya işi gereği olabilir. Garson servis yapar, berber traş eder. Evlilikte dahi gönüllülük ve keyif olmalıdır. Çünkü vermek zevktir, paylaşmak mutluluktur diye hissederim. Bunun için özverili olmaktan zevk alırım, vermekten güç kazanırım. Hani bir laf vardır “Paran kadar değil, harcadığın kadar zenginsin” diye, ben de emeğimi ve maddiyatımı, hiç bir karşılık beklemeden, paylaşabildiğim kadar varlıklıyımdır diye düşünürüm.

Emeğimi ve zamanımı esirgemeden paylaştığım bazı tanışlarımdan, “İyilikten maraz doğar” dedikleri gibi, bazı hayalkırıkları yaşadım geçmişte. Bazen bir arkadaşım, bazen bir yakınım inanılmaz saygısızlık yaşattılar bana. Hayatımdan atabileceklerimi hemen sildim, atamadıklarım acı verdiler. Bu acıyla yaşamayı biliyorum. Herşey toz pembe, her bakımdan mükemmel bir hayatım olamazdı zaten diye düşünürüm. Yeter ki artılar daha çok olsunlar. Bu konulara çok da fazla takılmıyordum, zira hiç boş kalmıyordum. Çalışırken iş hayatı, spor, müzik, okuma, dağcılık, seyahat; emeklilikte ilaveten daha başka uğraşlar hobiler. Birçok başka konulara yönelebiliyorum.

Hırslı ve ihtiraslı biri değilim. İddiacı da değilim. Çok emin olduğum konularda fikrimi mutlaka söylerim; ama kimseye kabul ettirmeye çalışmam. Doğru bildiğimi en az bir defa ifade etmek namusluluğunu gösteririm. Çünkü bazen susmak, zalimden yana olmakla eşdeğerdir; diye düşünürüm.

Yalan söylemem. Herşeye rağmen bazen “beyaz yalan” söylemek iyi olur durumlarından kaçınırım. Yalan söylemenin bir hastalık ve gelişmemişlik olduğunu düşünürüm. Kavgacı ve saldırgan da değilim. Belaya bulaşmaktan kaçınırım, hoşlanmadıklarımdan uzak durmaya çalışırım. Siyası fikirleri bana çok uzak olan kişilerle asla tartışmam, hatta konuşmam. Zorunlu olarak ayni ortamda bulunursam susar ve ilk fırsatta toz olurum!

Çocuklarıma çok nasihat etmemişimdir. Yerine, örnek olmaya çalıştım. Doğruları veya kendi doğrularını kendileri bulsunlar isterim. Kuşkusuz onlar talep ettiklerinde fikirlerimi dürüstçe açıklamaktan kaçınmam hatta doğru bildiklerimi paylaşmaya can atarım. Ancak, dediğim gibi, talep ettiklerinde!

Çok iyimserimdir. Bunun “Poliyannacılık” düzeyinde olduğunu söyliyenler olmuştur; kabul ediyorum. İnsanlar için önyargılı olarak iyimserimdir. Bu konuda hayalkırıklıklarım olduğu halde, gene de bu yapımı değiştiremiyorum. Olayların sonunda iyi sonuç vereceğini veya kişilerin düzgün davranacakarına (elimde değil) inanırım. Aksini düşünemiyorum; bir çok kez bu iyiserliklerimde haklı çıkmasam da, huyumu değiştirmem mümkün değil.

Ölümlü olduğumuzun bilincinden kurtulamam. Yani bu dünyada geçici olarak bulunuyoruz. Ve yaşama da incecik bir iplikle bağlıyız diye düşünürüm. Böyle olunca bu fani dünyada olabildiğince hiç kimseyi incitmeden yaşamak ve değiştiremeyeceğin bazı şeylere kafayı fazla takmamak gerekmez mi? İmkanların eldverdiğince canın ne istiyorsa onu yapmaya çalışmak en iyisi değil mi? Önemli olanın “bu kubbede hoş bir seda bırakmak”, gücün yettiğince arkanda bir yararlı eser bırakmak, diye düşünürüm.

4 thoughts on “Hakkımda (1 February 2009)

  1. Komşum, her konuda olması da bir çok konu ve davranışlarında birbirimize benziyoruz. Seni bilmem ama ben insanlara çok iyi niyetle yaklaştığım için çok üzülmüşümdür. Hakkımda köşesinden; GİRİŞ projen çok iyi bir proje olmuş.Blog sahibi insanların mutlaka öz geçmişi olmalı ki, sevenler ve sayanlar tarafından değerlendirilsin. Ben şahsen sizi tanımaktan dolayı çok memnunum. Saygı ve sevgilerle.

  2. Teşekkür ederim “Komşum”. Seninle ortak taraflarımızın olmasında mutluluk ve onur duyarım.
    Yorumundaki bir kelimeyi değiştirdim; haberin olsun.
    Selam ve sevgilerimle..

  3. Şinasi Abicim yazın ve anlatım şeklin o kadar güzel ki her yazını zevkle okuyorum. Tam sana uygun bir giriş bölümü olmuş. Bu bölümü yazılarını okumadan önce okumuştum. Tekrar okudum. Yazmaya devam takipteyim:)

  4. Merhaba Pınar. Yaşananları, anıları yazmak zevkli bir uğraş; yeniden yaşıyorsunuz adeta. Ancak yazılanlar okuyucularla paylaşıldığı için okunabilir olması da önemli. Bu nedenle okuyanın da zevk alması için akıcı ve ilgi çeken bir üslup tutturmak gerekiyor. Buna olabildiğince çok dikkat ediyorum. Senin yorumların benim için çok kıymetli, okunduğumun kanıtı ve beni yüreklendiriyor. Teşekkür ederim.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *