Petkim Trek organizasyonunda herşey çok güzel tasarlanmış gibi gözüküyordu: 18 Ekim 2014 sabahı Kızılkeçili Köyü’nden tırmanışa olabildiğince erken başlanacak, zirveye varıldığında taşıtla gelen kamp malzemeleri kullanılacak ve en lüksü de köyden getirilecek sıcak yemekler yenecek. Ertesi sabah kamp malzemeleri taşıta teslim edildikten sonra ayni rotadan Kızılkeçili’ye inilecek. Eh, “Bundan İyisi Şam’da Kayısı” diye düşünmemek elde değil!
Ancak hesaplanamayan 2 husus etkinliği zorlaştırdı. İlki, tırmanışın daha henüz üçte biri bitmemişti ki, bir arkadaşımızın baldırında problem oldu. Bu durumda zirvedeki kamp malzemelerini zamanında teslim almak için, 2 arkadaşımız problem yaşayanla nispeten daha yavaş bir tempo ile tırmanırken, kalan 5 kişi önden ilerledi. Ben öndeki grupta yeraldım ve zirvede kamp kurunca arkadan gelenleri beklerken iyice dinleneceğimi umuyordum. İkinci husus da, rehberlik yetersizliğinden dolayı uygun patikaları bulamadan, gevşek zemin ve kayalar arasından yapılan tırmanış saatler sürünce, bizim de tempomuz düştü; sağ dizimde sızlama başladı. Daha sonra diz ağrım o kadar arttı ki, zirveye doğru son metrelerde neredeyse bacağımı hiç bükemez oldum!
Bu girişten sonra etkinliğin hikayesine gelirsem, önce katılanlar: Petkim Trek grubundan Mehmet Tural, Faruk Demirbaş, Erbil Karalı, Ahmet Rasim Özkan, Servet Ülkü, Ayhan Ezdeşir ve Atalay Karataş.
Aliağa’da toplandıktan sonra oyalanmadan Kızılkeçili’ye geldik. Bir kahvede sade bir kahvaltı yaptıktan sonra köy dışında Gölcük ve Hasan Boğuldu tabelaları yazan kavşakta taşıttan indik. Etkinlik başlangıç anında Kaptan Dilek katılanların fotoğrafını çekti ve dağa doğru soldaki toprak yoldan yürüyüşü başlattığımızda saat 9:20 olmuştu.
Herkes keyifli ve enerjik, ortam çok güzel. Hafif serin, tertemiz bir hava ve güneşli bir sabah, çevredeki bulutlara karşın iyimserliğimizi artırıyordu. Hava tahminlerinde yağmur beklendiğinden dolayı, etkinliğe katılmasını söylediğimde Ayşen gelmek istememişti. İyi ki de öyle oldu, zira sonrası benim için bile çok zorlu geçti.
Bir süre toprak yoldan ilerledikten sonra, İdadik Kamp Yeri olarak bildiğim çeşmeye ulaştık. Sularımızı tazelerken herşeyin yolunda başladığını bildirmek için Ayşen’e telefon ettim. Çeşmeden sonra da bir süre yoldan devam edip bir noktadan patikaya girdik. Patika dedimse lafın gelişi, bildiğimiz tarzda bir patikadan çok az yürüdük. Genellikle yaptığımız dağda arazinin durumuna göre sırttan boyundan yükselmek. Rehberliğe soyunan arkadaşlarımız zaman zaman farklı rotaları önerseler de, neticede zirve tarafına göre soldaki derin vadi ile sağdaki Hasan Boğuldu vadisi arasındaki yükseltileri tırmanıyoruz.
Daha öğle molası bile vermeden Erbil’in sağ baldıriçi kasında sıkıntılar başladı. Sık sık durup kasılmaları gidermeye çalıştığı için tırmanış hızımız iyice düştü. Bu şekilde devam ettikten bir süre sonra, biraz da Erbil’in ihtiyacını düşünerek, saat 13’de çok güzel manzaralı bir açıklıkta öğle molasına karar verdik.
Oturduğumuz yerden güneye doğru baktığımızda, önümüzdeki derin vadinin ötesinde Ege denizi kıyıları sisler içinden seçiliyordu. Nispeten korunaklı bir yerde olmamıza karşın, arkamızdaki sırtta uğuldayan kuvvetli rüzgar, bundan sonra tırmanışın pek kolay olmayacağını ifade ediyordu. En yukarılardaki zirve tepeleri üzerinden akan kara bulutlar da, ayrıca fırtına işaretleriydi.
Moladan sonra etkinliğe tekrar başladığımızda bir süre daha sırttan inişli çıkışlı olarak yukarılara doğru tırmanmaya devam ettik. Sonrasında Erbil’in zorlanmaları iyice arttı. Bu durumda Mehmet ve Ahmet, Erbil’e eşlik ederek nispeten daha yavaş bir tempo ile geriden gelmeyi tercih ettiler. Kalanlar tırmanışa devam ettiysek de, aslında biz de çok hızlı değiliz. Zira patika bulamadan orman içinde habire yukarıya doğru tırmanmaya çalışıyoruz. Zemin çok gevşek, nemli ve yer yer kaygan. Zaman zaman dallar çalılar da sıkıntı yaratıyor. Biz dahi zaman zaman ikiye bölünüyoruz, sonra yukarılarda biryerlerde Faruk ve Ayhan bizi bekliyorlar!
Sağ dizim ağrımaya başladı. Yanıma bir performans dizliği almadığım için kendime kızıyorum. Canım yansa da ses çıkarmadan devam ediyorum tırmanışa. Herşeye rağmen orman içinde yükselirken arada fotoğraf çekmeyi de ihmal etmiyorum. Kaz Dağı bitki örtüsünün çok zengin olduğunu biliyorum, ama bizim tırmandığımız yerler ve bu mevsimde çok da güzel doğa manzaraları yok aslında. Çamlar ve meşelerin yapraklarıyla kabarmış zeminde zaman zaman mantarlar ve eğrelti otları var sadece. Çok ender olarak tek tük ufak çiçekler gördüm. Ormanın bazı açıklık noktalarında kayalıklardan uzaklar görünebiliyor ama çoğunlukla hep orman içinde ağaçlar arasından gidiyoruz. Gidiyoruz da, nereye gittiğimizi biliyor muyuz acaba diye kendime soruyorum. Korkum, Sarıkız zirve konisini pas geçip radar yolu taraflarına yöneldiğimizi farketmemek!
Artık ümidimin iyice azaldığı bir anda, Saat 16:30’da zirve konisinin ağaçsız görüntüsü adeta bir güneş(!) gibi doğuverdi karşımızda. Derin bir nefes aldım ve acele panoramik bir fotoğraf çekip bu anı sabitledim. Sonrası, bodur dikenli çalıları geçip, basamak gibi oluşmuş kayalardan zirveye tırmanmak.
Burada bir nostalji yaşıyarak 1995 yılının, hem de sıcak bir Haziran gününde, Zafer Gürhan rehberliğinde ve Ayşen’in de katıldığı 6 kişilik ekipimizle yaptığımız Kazdağı Sarıkız Zirve etkinliğini hatırlıyorum. Toplamda 1.5 saatlik mola vererek, net 8.5 saatte hem zirveye ulaşıp hem de Kızılkeçili’ye dönmüştük. Hey gidi günler hey; gençlik başka bir şeymiş!
Ben vardığımda Sarıkız zirvesi uçuyordu sanki; ama zirveye ulaştığımız için o kadar keyifliyiz ki kuvvetli rüzgara aldırmadan fotoğraf çekiyoruz. Bir süre sonra kamp malzemelerini teslim almak üzere Sarıkız’dan inmeye başladık. Sağdan gelen rüzgar çok güçlü, arada sendelerken, iyi ki Ayşen burada değil diye düşünüyorum. Son anda dizimda daha fazla sıkıntı olmasın diye, çok dikkatli ve yavaş yavaş inerken en arkada kaldım. Zirve konisinin altında fırtınanın yarattığı sis içinde grubu kaybettim ama, kamp yapacağımız çeşmeyi bildiğimi düşündüğümden telaşlanmadan taşların üzerinden yürümeye devam ettim.
Çok kuvvetli rüzgarla sağdaki vadiden çağlayanlar gibi akan sis bulut karışımı arasında çeşme bölgesine geldiğimde hayretle gördüm ki burada kimse yok. “Herhalde geride kaldığım için beni bulmak üzere geri döndüler” diye düşünüp, tekrar Sarıkız zirve konisinin dibinden başlayan toprak yola tırmandım. Yoldan zirve tarafına doğru giderken düdük çalıyordum, zira telefonla iletişim kurulmuyordu. İtiraf ediyorum ki grubu bulamazsam ne yaparım diye biraz endişelenmeye başladım. Zira, sert fırtınaya ilaveten hava da kararmaya başlamıştı; bu yorgunlukla toprak yoldan tek başıma aşağılara kadar yürümem de kolay olmazdı.
Sonunda Faruk’la irtiabat kurduk ve zirve tarafından tekrar geri dönüp toprak yoldan yürümeye başladım. Yorgun olduğumdan bu yürüyüş bana çok uzun geldi. Şenlik alanına geldiğimde anayol kavşağında Faruk’un sülüetini sisler arasından seçtiğimde, çok mutlu oldum. Meğerse kamp yerimiz bu kavşaktan sağa doğru biraz aşağıdaki “Boklu Çeşme” denilen mevkideymiş.
Faruk’un Petkim’den teknisyeni olan Osman’ın kamyonetiyle gelen eşyalar bir tentenin altına taşınmış ve arkadaşlar çadır kurmaya başlamışlar bile. Ben de malzemelermi alıp çadırımı kurmaya yöneldiğimde dizimdeki ağrı işerimi çok zorlaştırıyordu. Ancak dışarısı o kadar rüzgarlı ve soğuktu ki, şikayet etmenin sızlanmanın yeri yoktu; yavaş yavaş da olsa çadırımı kurdum ve kendimi içeri attım.
Çadırda uyku tulumu içinde bile titriyorum, zira hücrelerimde hiç enerji kalmamış. Bir şeyler yemem lazım, ancak canım istemiyor. Kıvrılıp ısınmayı bekliyorum. Dizim sızlıyor, bir yandan bir yana dönerek uygun bir pozisyon bulmak için kıvranıp duruyorum. Bir aspirin almıştım, etkisini bekliyorum.
Ne kadar sonra bilemiyorum, dışardan gelen seslerden diğer arkadaşların da kampa salimen ulaştıklarını duydum. Bu haberle rahatladım ve Ayşen’e mesaj yazıp diz probleminden dolayı ertesi sabah inişi yapamayacağımı bildirdim. Tekrar tuluma girip dizimdeki sızıya ve şiddetli rüzgarın uğultularına katlanarak uyumaya çalıştım.
Bir süre sonra uyandığımda rüzgar seslerine yağmurun çadırdaki patırtıları da eşlik ediyordu. Ancak midemden gelen sesler de az değildi! Buna karşın soğuk sandviçleri yeme isteği duymuyordum. Böyle durumlarda sıcak yemek, ya da hiç olmazsa bir çorba ne güzel olurdu!
Birden aklıma, zirvede kamp ateşi etrafında sohbet ederken içerim diye yanıma aldığım bira geldi. Birayı yudumlarken biraz da çerez yedim. Kamptaki arkadaşlarımın konuşmaları kesilmişti, herkes çadırında dinlenmeye çekilmiş olmalı; rüzgar yağmur sesleri arasında sonunda tekrar uyumuşum.
Gece boyunca rüzgar ve yağmur sesleriyle birkaç defa uyandım. Bir defasında kendimi zorlayarak bir büyük sandviç yedim, meyva suyu içebildim. Sonrasında gene döne kıvrıla uyumuşum.
Sabah Mehmet’in sesiyle uyandım. Çadırları erkenden kamyonete teslim etmemiz gerektiğini söyledi. Acele davrandım ve toparlanmaya başladım. Yürüyüş kıyafetimi ayarladıktan sonra çadırı da toplayıp Osman’a teslim ettim. Yağmur kesilmiş, hava açık; ama güneş henüz iyice yükselmediğinden bizim bölgeyi ısıtamıyor.
Fırtınaya uygun kıyafeti olmadığından Ayhan da iniş yapmayıp kamyonetle dönecekmiş. Onları uğurladıktan sonra iniş yapacaklar bir araya geldik. Mehmet’le konuşurken dizimdeki problemi anlattım ve ‘Şimdi hiç ağrı kalmadı’ dedim. Mehmet inişin de çok uzun süreceğini ve diz ağrımın özellikle inişte tekrar şiddetleneceğini uyararak, kamyonetle inmemi önerdi. Çok kısa süre düşündüm ve kabul ettim. Aslında zaten böyle yapmalıydım, zira diz zedelenmeleri uzun sürede iyileşiyor.
Bu altıncı Kazdağı etkinliğimde, zirveden dönüşü taşıtla yapmak da varmış! Kamyonetle bile aşağılara ulaşmamız oldukça uzun sürdü. Kalem gibi ağaçların arasındaki toprak yol aşağılara doğru inerken bir çok açık noktadan harika manzaralar gördük. Bu muhteşem dağın doğa güzelliklerinin ve ekolojik zenginliklerinin şiddetle korunması için hiç bir ihmale izin vermemek gerekir.
Kazdağı’ndan inişin sonunda Osman’ın köyü Pınarbaşı’nda, köylülerden arsa satınalarak yerleşen zengin şehirlilerin villalarını gördük. Pınarbaşı’ndan sonra neredeyse bir ilçe büyüklüğündeki Zeytinli köyündeki havuzlu kahvelerde, Osman’ın misafiri olarak süt ve çay ikramlarını içtik. Meydanındaki büyük Atatürk heykelinin fotoğrafını çektim ve sonra birlikte Zeytinli’nin güzel manzaralı dere kenarına kadar yürüdük. Bir süre sonra zirveden yürüyerek gelecek arkadaşlarla buluşmak için Kızılkeçili’ye geçtik.
Dün gece gerideki grup zirvedeki kampa geldiğinde çadırdan çıkamadığım için, Erbil ile birlikte köye kamyonetle indiğini bilmediğim Atalay da olmak üzere, neticede ekipten 4 kişi, dağdan yürüyerek inenleri beklemeye başladık. Vakit geçirmek için köyde zeytin işleyenleri gezdik, alışveriş yaptık. Öğle yemeğinde diğerleri köfte tercih ederken, ben yörenin mahali yemeği olan mantı görünümü ve tadındaki Sakandırık yedim.
Kızılkeçili’de son olarak dere kenarında sıralanmış lokantalar arasındaki canlılığı izledikten sonra üzerindeki tabelada 850 yaşında olduğu yazılan anıt ağaçın fotoğraflarını çektik. Hava soğumaya başlayınca aracımıza döndük ve arkadaşlarımızı beklemeye devam ettik.
Dağdakilerin akşam üstü 17 civarında geleceklerin ümit ediyorduk, ancak hava karardığı halde Kızılkeçili’ye gelemediler. İyice karanlık bastığında tam endişelenmeye başlamıştık ki, sonunda Kızılkeçili yerine Güre’ye indiklerini bildirdiler. Sağlıklı olarak inişi bitirdiklerine sevinerek onları almak üzere yola çıktık. Güre’den Aliağa’ya dönerken, etkinlik muhabbetleri yapmakla yetinerek, başka mola vermedik. Ben de Aliağa’dan Foça’ya ulaştığımda gece yarısı olmak üzereydi.
Son noktayı koymadan önce ifade etmek isterim ki, ilk günkü zorlu çıkış ve arkasından bu maceralı iniş sonunda etkinliği kazasız belasız sona erdirmenin keyfi yanında, bazı dersler aldığımızı hissediyorum. Bunlardan en önemlisi özellikle yüksek dağlarda rehber yolu iyi bilmeli ve grubu mutlaka patikadan götürmeye özen göstermelidir diye özetleyebilirim.
Bu zorlu ve heyecanlı etkinlikte çektiğim fotoğraflardan hazırladığım albümü aşağıdaki linkten izleyebilirsiniz.
Not: Aşağıdaki fotoğrafları, herhangi birine tıklayıp, açılan penceredeki veya klavyeniz üzerindeki ok işaretleri yönünde izleyebilirsiniz.
Kaz Dağı etkinliklerimin tümü aşağıda verilmiştir:
Tarih | YER,DAĞ | REHBER |
11 Haziran 1995 | Kızılkeçili,Sarıkız Zirvesi | Zafer Gürhan |
14 Kasım 1998 | Kızılkeçili,Sarıkız Zirvesi | Zafer Gürhan |
15 Kasım 1998 | Sarıkız Zirvesi,Cıblahbaba Zirvesi,Ayazma | Zafer Gürhan |
13 Kasım 1999 | Kızılkeçili,Sarıkız Zirvesi | Önder Bekçekaral |
14 Kasım 1999 | Sarıkız Zirvesi,Cıblahbaba Zirvesi,Ayazma | Önder Bekçekaral |
13 Nisan 2008 | Kızılkeçili,Kaz dağı | Yusuf Çilengir |
1 Kasım 2008 | Kızılkeçili,Sarıkız Zirvesi, Kamp yeri | Muharrem Kaya |
2 Kasım 2008 | Sarıkız Zirvesi, Ayazma | Muharrem Kaya |
14 Kasım 2010 | Ayazma,İda Zirve(1776mt) | Mehmet Almaç |
19 Kasım 2011 | Ayazma,Radar Yolu Düzlüğü(1700mt) | Halil Demir |
18 Ekim 2014 | Kızılkeçili,Sarıkız Zirvesi, Boklu Çeşme Kamp yeri | M.Tural-F.Demirtaş |
Şinasi Bey,
Güzel yazınız için elinize kaleminize sağlık.