AYNİ UÇAKTA VE AYNİ KALPTE
“Yıllarca düşündüm durdum: Bu işgal güçleri suda mayın olduğunu düşünemediler mi?” Sunay Akın buradan yola çıkarak, Nusret Mayın gemisinin başarısında, tarihin karanlık bir köşesinde unutulan eksik bilgiyi bir gerçek öykü haline dönüştürerek anlatıyor…
Çanakkale Savaşı’nda işgal güçlerinin sadece denizden ve karadan değil, gökyüzünden de saldıracağını çok iyi biliyorduk. Ne de olsa tarihte ilk uçak saldırısına uğrayan bizdik! 1912 yılında, Trablusgarp’ta, İtalyan uçakların gökyüzünden üstümüze nasıl da ölüm yağdırdığını unutmuş değildik. Hal böyle olunca, tarihte ilk uçaksavarı kullanan da bizdik.. Haklısınız, o yıllarda “uçaksavar” diye bir silah yoktu elbette.. Masallardaki dev kuşlar gibi başımıza ateş yağdıran uçakları savmak için kullandıklarımız, ellerimizdeki tabanca ve tüfeklerdi. Nusret, bir gece Çanakkale sularına bıraktığı mayınlarla İstanbul’a açılan kapıya kilit asan, savaşın seyrinde başarısı çok önemli olan bir gemidir.. Ama ben, yıllarca düşündüm, durdum: Bu işgal güçleri suda mayın olduğunu düşünemediler mi? Yıllar geçtikçe “yedi düvel”in böylesine basit bir hatayı yapmayacağına dair olan inancım güçlendi. 18 Mart öncesi, anlamı “korkusuz” olan işgal güçlerinin savaş gemileri “dretnot”ların güvertelerinden Çanakkale Boğazı’na bakan amiraller, bırakın amiralleri onbaşılar dahi suda mayın olduğunu mutlaka biliyorlardı. Öyleyse Nusret’ın başarısında anlatılmayan, tarihin karanlık bir köşesinde unutulan eksik bilgi neydi?
Savaş hazırlıklarında, İstanbul’dan Kahire’ye gitmek üzere havalanan ama Edremit’te düşen Salim Bey’in uçağının enkazı da İstanbul’a getirilir. Enkaz dediysek, izlediğiniz filmlerle bilinçaltınıza yerleşen görüntüler gelmesin gözünüzün önüne.. Havacılık tarihindeki ilk uçak örnekleri düşünce bugünkü gibi infilak etmiyor, yapıldıkları malzemelerden dolayı adeta uçurtma gibi kırılıyorlardı.
İşte, bu uçağın pilotu olarak görevlendirilen Cemal Bey, Enver Paşa’nın Harbiye Nezareti’ndeki makam odasından içeri girdiğinde selamı çakar.. Enver Paşa, yanındaki Alman subayı göstererek: “Bu genç, müttefiğimiz Almanya’nın en iyi savaş pilotu Dr. Von Baumers’tir. Bize geldi… Uçağınızı yanınıza alarak hemen Çanakkale’ye gideceksiniz. Sen rasıt olarak görev yapacaksın.”
Cemal Bey rasıt değil, pilot olduğunu, Alman pilota rasıt arkadaşlardan birinin eşlik etmesinin daha faydalı olacağını söylese de, son söz Enver Paşa’nındır: “Alman havacı senin uçuşunu beğendi. Beraber uçmanızı istedi.”
Cemal Bey, tüm bu zorluklarda yanında olan “Mehmet”in gerçek kimliğini de şöyle açıklar: “Bakın o zaman yanımda bir makinist vardı: Vahran.. Ermeniydi bu çocuk. Usta bir montördü hani. Vahran’ın adını Mehmet yapmıştık.”
Alman pilotun şekli şemalini ve Çanakkale yolculuğunu Fikret Arıt’ın “Türk Havacılık Hikayeleri” kitabının sararmış sayfalarından okuyoruz: “Kırmızı yüzlü, sarı saçlı, yirmi beş yaşlarında, cana yakın bir gençti. Yol boyunca Türk pilotuyla yakın dostluk kurdu. Konuşa gülüşe Çanakkale’yi buldular. Ünlü bir Alman havacının Çanakkale’ye gönderilmesi, Çanakkale müstahkem mevki komutanı Cevat Paşa’yı çok sevindirmişti. Von Baumers’e iltifat etti. Mükemmel döşenmiş bir eve yerleştirildi. Emrine bir otomobil verdi.”
“Türkler kimseden para almaz”
Uçuşlarıyla nam salmış Dr. von Baumers, uçağı hazırlayanların Cemal Bey ve makinist olduğunu, ilk uçuşu onların yapmasını isteyince, Cemal Bey pilot, makinist ise rasıt olarak ilk uçuşu gerçekleştirirler. İkinci uçuşta ise Alman pilot “Bu Fransız uçağı. Ben Fransız uçaklarına alışık değilim” diyerek uçağı Cemal Bey’e kullanmasını ister ve kendisi arkaya rasıt olarak oturur. Bu uçuştan sonra da Alman pilot hastalanır. Diğer uçuşlarda Cemal Bey pilot koltuğunda ve “Mehmet” diye seslendiği makinist ise rasıt koltuğundadır..
Bir akşam yemeğinde Alman pilot Cemal Bey’e ne kadar maaş aldığını sorar.. “6 lira” yanıtından sonra da uçuş priminin kaç lira olduğunu öğrenmek ister. Cemal Bey böyle bir prim almadıklarını söylerken, Alman subay saat başı para aldığını ve bunu kendisiyle bölüşmek istediğini belirtir. Cemal Bey’in sesi kararlıdır: “Türkler’de böyle bir adet yoktur. Biz kimseden para almayız.”
Cemal Bey ve rasıt “Mehmet”, uçuşlarında, tarihin seyrini değiştirecek bir keşfe imza atarlar: Çanakkale Boğazı’na bıraktığımız mayınlar temizlenmiş, İstanbul’a giden yol açılmıştı!.. Hayat Tarih Mecmuası’nın “Ocak 1969” tarihli sayısında Cemal Bey şunları anlatır: “Boğaz mayınlanmıştı. Biz de düşmanın mayınları toplayıp toplamadığını keşfedecektik. Birkaç defa uçtuk, baktık ki mayınlar toplanmış. Durumu hemen kumandanlığa bildirdik. Bir gün sonra, 4 Mart’ta Nusret gemisi boğazı tekrar mayınladı. Bir gün sonra da İtilaf Devletleri’nin dev zırhlıları mayınları temizlediklerini sanarak boğaza saldırdılar.Ve ağır kayıplar aldılar.”
Soyadı kanunuyla “Durusoy” soyadını alacak olan Cemal Bey, tarihleri yanlış anımsıyor olsa da, Çanakkale Savaşı’nda yıllardır sorduğum sorunun yanıtını veriyor: Nusret’in suya mayın bıraktığı gecenin öncesinde, savaşın kaderini değiştirecek çok önemli bir uçuş vardır. O da, Cemal Bey’in yoldaşı “Mehmet” ile gerçekleştirdikleri uçuştur. Hem de, düşüp onarılmış bir uçakla!
18 mart günü, işgal güçlerinin donanmasını boğazdan geçirmekle görevli, kendisine mayınların temizlendiği yönünde bilgi verilen Fransız Amiral Emile Paul Amable Guepratte’ı yanıltan işte bu uçuştur..
Nusret’in başarısını ne kadar övsek, göklere çıkarsak azdır.. Ama bunu yaparken, en az onun kadar önemli bir görevi göklerde yerine getiren uçağımızı unuttuk, ne yazık ki!
O uçağın adı “Ertuğrul”dur.. Japonya’dan dönerken fırtınada batan ve 500’ü aşkın denizcimizin şehit olduğu geminin adıdır Ertuğrul.. Ve 2015, Çanakkale savaşının 100. yılıysa, Ertuğrul’un batışının da 125. yılıdır.. Çok uzaklarda, okyanusta batan Ertuğrul, bu faciadan 25 yıl sonra Çanakkale’ye bir uçak olarak dönecektir!
.. Ve bir gün, Çanakkale’ye Alman pilot Baumers’in tutuklanmasını emreden bir telgraf gelir! Kendini Alman pilot olarak tanıtan genç adam, Baumers’in evraklarını çalarak onun yerine geçen şoförüdür aslında!
Ertuğrul uçağının yolculuğunda Cemal Bey, tüm bu zorluklarda yanında olan “Mehmet”in gerçek kimliğini de şöyle açıklar.”Bakın o zaman yanımda bir makinist vardı: Vahran.. Ermeni’ydi bu çocuk. Usta bir montördü hani. Vahran’ın adını Mehmet yapmıştık.”
Savaşın kaderini değiştiren kahraman
Ertuğrul uçağını İstanbul’da onaran, söküp gemiye yükleyen, Çanakkale’de tekrar monte eden ve Yüzbaşı Cemal Bey ile birlikte ölümü göze alarak, yüreğinde vatan sevgisiyle uçan montör Mehmet, bir Ermeni olan Vahran’dan başkası değildir.
Ertuğrul uçağını yıllardır tek kişilik sahne oyunumda ve televizyon programlarında anlattım. 2013 yılında çıkan “Geyikli Park” adlı kitabımda da yazdım. Çanakkale Savaşı’nın 100. yılı nedeniyle uzun yıllardır araştırdığım ve günışığına çıkardığım, geniş kitlelerce bilinmesini sağladığım bu konunun adımın anılmadan kimi dergilerde, yazılarda kaleme alındığını görüyor, okuyorum.. Bu tür yazılarda ve anlatılarda Vahran Bey’in adı geçmemektedir. Bırakın adını “Mehmet” yapmayı, kendisini tamamıyla öyküden çıkarmış bulunuyoruz!
Oysa, Nusret gemisine hak ettiği değeri vermemiz gibi, neden Ertuğrul’un bir maketini yapıp yanında Cemal Bey ve Vahran Bey’in heykelleriyle birlikte Çanakkale’ye koymuyoruz?
.. Ve neden, bu anıtın altına da şunu yazmıyoruz: “1915 yılında, Çanakkale’de, bir Türk olan Cemal ile Ermeni Vahran beyler, işgale karşı vatan savunmasında aynı uçakta ve aynı kalpteydiler..”